Blog
4.000 Yıllık Bu Gizemli Kültür, ‘Medeniyetin Beşiği’ni Genişletebilir
Arkeologların bölgede resmi araştırmalar yapması ve bu belgelenmemiş kültürün yaklaşık 5.000 yıl öncesine, Tunç Çağı’na kadar uzandığını bulmasının ardından keşfin önemi daha da netleşti.
Buket Çağlayan - www.arkeofili.com
2001 yılında İran’ın Jiroft bölgesindeki sel felaketi, Mezopotamya’da gelişen Tunç Çağı kültürüne ait bir mezar alanını ortaya çıkardı.
Jiroft’ta bulunan bir klorit eser üzerinde, iki çitayı kuyruklarından yakalayan toynaklı bir insan figürünün yanında akrepler yer alıyor. C: Wikimedia Commons
2001 yılında antika pazarlarında birdenbire arkeolojik objeler ortaya çıkmaya başladı. Satılanlar arasında, sıra dışı sanat eserleri ve muhteşem akik ve lapis lazuli işlemeleri içeren farklı mücevherler, silahlar, detaylı süslenmiş çömlekler, içki kapları ve oyun panoları vardı.
Bu şaşırtıcı parçalar , hem vahşi hem de evcilleştirilmiş, kendi aralarında veya insan figürleriyle kavga eden ve insanların her zaman zirvede olduğu karmaşık bir hayvan sembolojisini içeriyordu. Geniş palmiye korularında otlayan hayvanların pastoral sahneleri ve tapınakların veya sarayların mimari reprodüksiyonları vardı.
Bu gizemli parçaları satan internet siteleri ve müzayede evlerinin verileri seyrek ve belirsizdi. Kökenleri sıklıkla “Orta Asya kökenli” olarak listeleniyordu. Başlangıçta parçaların deneyimli sahtekarların ürünü olduğu düşünüldü, ancak sonraki aylarda daha fazla parçanın piyasaya çıkmasıyla bilim insanları bunların gerçek olabileceğinden ve konumu kendileri tarafından bilinmeyen belgelenmemiş bir arkeolojik alandan gelmiş olabileceğinden şüphelenmeye başladılar. 2002 yılında satış piyasalarında daha fazla eser ortaya çıktı.
Aynı yılın ilerleyen aylarında İran polisi bilmeceyi çözdü. Koordineli bir soruşturma, çok sayıda tacirin tutuklanmasına ve bir dizi esere el konulmasına yol açtı. Bu nesneler Tahran, Bandar Abbas ve Kerman’dan dünyanın her yerindeki alıcılara gönderilmeye hazırlanıyordu. Araştırmacılar, bu olağandışı parçaların çoğunluğunun, İran’ın güneydoğusunda, Basra Körfezi yakınında tenha ve sakin bir şehir olan Jiroft’un yaklaşık 40 kilometre güneyinde bulunan Halil Nehri Vadisi’ne kadar izlenebileceğini keşfetti.
Peki bu gizemli eserler nereden geldi? Bilim insanları o dönemde civarda herhangi bir kazı alanından habersizdi, ancak daha derin bir inceleme yaptıklarında basit ama şaşırtıcı bir neden keşfettiler. 2001 yılının başında meydana gelen sel, Halil Nehri’nin taşmasına ve çevredeki arazilerin aşınmasına neden oldu. Tortu katmanları temizlenmiş oldu ve eski bir mezar alanının kalıntıları ortaya çıktı. Yerel halk ve yağmacılar bulgunun önemini hemen anladılar ve buldukları eserleri toplayıp satmak için harekete geçtiler.
Arkeologların bölgede resmi araştırmalar yapması ve bu belgelenmemiş kültürün yaklaşık 5.000 yıl öncesine, Tunç Çağı’na kadar uzandığını bulmasının ardından keşfin önemi daha da netleşti. Yağmacılar mezar alanındaki binlerce mezarı yağmalamış, eserleri almış ve bölgeye zarar vermişti. Ancak arkeologlar kalanları incelemeye kararlıydı.
Araştırmacılar, bu eski kültür ve insanları hakkında daha fazla bilgi edinmek için, alanın mümkün olduğu kadar çoğunu korumak ve yakın bölgeleri kazmak üzere İranlı bir ekibe katılmak üzere dünyanın dört bir yanındaki üniversitelerden seyahat ettiler.
Yeni Kent Kültürü
Birkaç sezon süren Jiroft yakınlarındaki kazılar, İranlı arkeolog Yousef Madjidzadeh’in başkanlığında Şubat 2003’te başladı. Madjidzadeh’in ekibi, Mahtoutabad adını verdikleri ana mezar alanını tespit etti. Kazılar öncesinde mezar eşyalarının yağmalanmasına rağmen, ilk buluntuların ve eserlerin çoğunun bu alandan geldiğine inanılıyordu. Nekropolün neredeyse bir km batısında, arkeologlar daha fazla araştırma yapmak için ovanın üzerinde yükselen iki büyük höyüğü seçtiler.
Birbirine yaklaşık 1,5 kilometre uzaklıktaki iki höyüğe Konar Sandal Güney ve Konar Sandal Kuzey adı verildi. Bu höyüklerin iki büyük mimari kompleksin kalıntılarını içerdikleri ortaya çıktı. Kuzeydeki höyükte bir kült binası bulunurken, güneydeki höyükte müstahkem bir kalenin kalıntıları bulunuyordu. Höyüklerin eteklerinde metrelerce tortunun altına gömülmüş daha küçük binaların kalıntıları vardı. İki tümseğin bir zamanlar plato boyunca kilometrelerce uzanan birleşik bir kentsel yerleşimin parçasını oluşturduğuna inanılıyor.
Solda: Jiroft vazosunda kartal figürünün gözü yeribe kırmızı bir değerli taş yerleştirilmiş. Sağda: Bu klorit kadehin üzerinde otlayan keçiler ve uzun boynuzlu yaban koyunları tasvir edilmiş. C: Madjidzadeh Y.
Madjidzadeh’in mevcut sınırlı verilere dayanarak vardığı ilk sonuçlar, bilim camiası üzerinde önemli bir etki yarattı. Başta Amerika’dan arkeolog Oscar White Muscarella olmak üzere bazı araştırmacılar, sonuçları şiddetle sorguladı ve hararetli akademik tartışmaları ateşledi. Şüpheli araştırmacılar, sitedeki kalıntıların yağmalanmasının, bunların yaşını ve orijinalliğini belirlemeyi zorlaştırmasından korkuyorlardı.
Anlaşmazlıklara rağmen, İran’daki kazı çalışmaları birkaç sezon boyunca dünyanın dört bir yanından gelen akademisyenlerin katılımıyla devam etti; bunlar arasında Pensilvanya Üniversitesi’nden arkeolog Holly Pittman da vardı. Alandaki kazıların ilk aşaması 2007 yılına kadar sürdü.
Bu sürecin ardından Jiroft uygarlığının var olan ilk resmi netleşti. Madjidzadeh, ekibin Jiroft bölgesinde bir şehir merkezinin MÖ 5. binyılın sonlarına kadar uzanan bir tarihte kurulduğunu öne süren bulgularını yayınladı. Madjidzadeh’in iyimser sonucu şu şekildeydi: “Jiroft bölgesi, MÖ 3. binyılda bölgede kentsel karaktere sahip önemli bir yerleşim yeriydi. Kentin merkezi, anıtsal mimariye sahip büyük alanların, büyük zanaat üretim alanlarının, konutların ve geniş şehir dışı mezarlıkların manzaraya hakim olduğu Halil Nehri vadisindeydi.”
Arkeologlar, genellikle kalsit, klorit, obsidyen ve lapis lazuli gibi oyulmuş yarı değerli taşların yer aldığı, bazıları pratik, bazıları dekoratif ve diğerleri kutsal amaçlarla olmak üzere farklı nesneler buldular. Burada yaşayanların, Dicle ve Fırat nehirleri arasında yer alan (kabaca günümüz Irak’ına denk gelen) Mezopotamya’daki şehirlerle yakın temaslarını sürdürdüğü görülüyor. Konar Sandal Güney’de yapılan özenli kazılar, buradaki kalenin bir zamanlar anıtsal bir tuğla duvarla çevrili olduğunu ve radyokarbon analiziyle MÖ 2.500 ile 2.200 arasına tarihlenen birkaç odaya sahip olduğunu ortaya çıkardı.
Jiroft sahasındaki kazılar yedi yıl süreyle durdu ve 2014 yılında İranlı arkeologların sahaya dönmesiyle yeniden başladı. İtalya, Fransa, Almanya ve diğer ülkelerden bilim insanları, Jiroft’un Tunç Çağı insanları hakkında daha ayrıntılı bilgilerin ortaya çıkarıldığı bu yeni kazılara katıldı.
Sanat ve yazı
Arkeologlar, Jiroft sahasında bulunan sanat eserlerinin karmaşıklığını ve güzelliğini keşfettiklerinde çok heyecanlandılar. Yüzlerce kap üzerinde bulunan dekoratif ikonografi, ustaca uygulanmış sembolizm açısından zengindi ve Mezopotamya geleneğiyle ilişkilendirilen ikonografiyle dikkate değer benzerlikler taşıyordu. Jiroft’ta bulunan akrep resimleri, Ur’un kraliyet nekropolünde (MÖ 3. binyılın ortaları) görülen akrep adamlara benziyordu. Jiroft’un boğa adamları, Akkad’ın Gılgamış Destanı’ndaki boğa adam Enkidu’yu akla getiriyordu. Paralellikler o kadar belirgin ki, iki kültürün ortak bir kültürel mirası paylaşabileceği teorisi ortaya atılıyor.
En çok dikkat çekenler, üzerinde bir kartalın uçtuğu ters duran bir boğanın ve kartallarla yılanlar arasındaki savaşların tekrarlanan, farklı görüntüleriydi. Bu iki motif Jiroft’ta bulunan kapların çoğunda görülüyor ve en ünlü Mezopotamya mitlerinden birini çağrıştırıyor gibi görünüyor: Sümer kralları listesinde evrensel tufandan sonraki ilk hükümdar olarak anılan Kiş’in efsanevi çoban kralı Etana’nın miti.
Jiroft’ta bulunan pişmiş kil tabletler, araştırmacıların hala çözmeye çalıştığı geometrik bir yazı taşıyor. MÖ üçüncü binyıl. C: Wikimedia Commons
Bu erken dönemin en karmaşık ve heyecan verici hikayelerinden biri olan efsanede Etana, karısının bir varis doğurmasına olanak sağlayacak sihirli bir bitkiye ulaşmak için cennete yükselmenin bir yoluna ihtiyaç duyar. Bu sırada bir kartal ile bir yılan mücadele eder; Bir zamanlar müttefik olan ikili, kartalın yılanın yavrularını yemesinin ardından ölümcül düşmanlara dönüşür. Yılan kartaldan intikam alır ve onu bir çukurda ölüme terk eder. Güneş tanrısı Şamaş’ın tavsiyesi üzerine Etana, kartalı kurtarır ve kuş, halefini garanti altına almak için ihtiyaç duyduğu bitkiyi almak üzere Etana’yı minnettarlıkla cennete taşır.
Sümerler ve Babilliler için merkezi bir öneme sahip olan evrensel tufan motifi, Jiroft’un bazı tasvirlerinde de karşımıza çıkıyor olabilir. Arkeolog Massimo Vidale, Jiroft üzerine yaptığı çalışmada şunları söylüyor: “Bir vazonun üzerinde diz çökmüş bir karakter, başları dalga üreten iki öküz tutuyor. Dalgaların arasından bir dağ çıkıyor; Güneş ve Ay’ın ilahi sembollerini taşıyan başka bir karakter, gökkuşağına benzeyen bir şeyi kaldırıyor ve bunun ötesinde dağ zincirlerinin ortaya çıktığını görebiliyoruz… Her ne kadar temkinli olmak gerekse de, yazarın, görselin büyük bir tufanla ilgili eski bir efsaneyi anlattığı izlenimini bir kenara bırakmak zor.”
Bilim insanları, Konar Sandal Güney Kalesi’nin girişlerinden birinde, üzerinde yazılar bulunan pişmiş kil tabletten bir parça buldular. Yaklaşık 500 metre kuzeyde başka bir noktada, iki farklı yazı sistemindeki yazılı metinleri taşıyan üç tablet daha bulundu. Bu insanlar kim olursa olsun, bir yazı sistemleri vardı. Bunlardan biri, Mezopotamya sınırındaki Elam krallığının şehirlerinde kullanılan Lineer Elam yazısına benziyor. Diğer yazı ise geometrik formda ve daha önce görülmemişti. İki bulgu Jiroft’un uygarlığının okuryazar olduğunu açıkça gösteriyor.
Kimlik teorileri
Kazılardan sorumlu Madjidzadeh, 2003 yılında el konulan arkeolojik buluntulardan oluşan devasa koleksiyonu inceledikten sonra ilgi çekici bir hipotez öne sürdü. Madjidzadeh, bölgedeki gözlemlerine ve eski Mezopotamya çivi yazısı metinleri üzerine yaptığı bir çalışmaya dayanarak, Jiroft uygarlığının, birçok Sümer şiirinde zenginliğiyle övülen bir ülke olan Aratta olduğuna inanıyor. Eski bir metin, Aratta ile Mezopotamya şehri Uruk arasındaki çatışmayı anlatıyor. Anlatılanlara göre Aratta oldukça hareketli bir yer: “Siperler yeşil lapis lazuli taşındandır, duvarları ve yükselen tuğlaları parlak kırmızıdır, tuğla kili ise dağlardan kazılan kalay taşından yapılmıştır.”
Madjidzadeh, bölgenin dağlarla çevrili coğrafi konumuna, yarı değerli taşların bolluğuna ve yüksek medeniyet düzeyine Aratta kimliğinin lehine faktörler olarak işaret ediyor. Şüpheciler, Madjidzadeh’in teorisini sağlam kanıtlardan yoksun olduğu için eleştiriyor. Aratta’nın Sümer şiirlerinin dışında var olduğunu ve yalnızca bir Tunç Çağı efsanesi olmadığını kanıtlayacak belge niteliği taşıyan hiçbir kanıt yok.
Diğer akademisyenler Jiroft’un çevresindeki kültürün eski Marhasi krallığıyla ilişkili olabileceğine inanıyor. Bu teorinin bazı metinsel destekleri var. İlk olarak, bir Mezopotamya imparatorluğu olan Akkad krallarının, İran’ın dağlık bölgelerindeki güçlü bir devlete karşı verdikleri mücadele sırasındaki görkemli Akkad başarılarını anlatan yazıtlar var. Bu metinlerden bazıları çatışmanın sonuçlarına ilişkin ayrıntılı bir açıklama sunuyor:
“Rimush [Akkad Kralı] Marhasi Kralı Abalgamash’ı savaşta yendi… Elam ve Marhasi’yi fethettiğinde 30 altın madeni, 3.600 gümüş madeni ve 300 erkek ve kadın köleyi ele geçirdi.”
Akkad şehrinin MÖ 2.350 ile 2.200 yılları arasında var olduğuna dair kesin kanıtlar var. Marhasi, Akkad’ın çağdaşı olduğundan, Marhasi’nin de o döneme tarihlenmesi mümkün; bu da Jiroft kazı alanlarından elde edilen verilerle örtüşüyor. Marhasi’nin aksine Aratta, belirli bir dönemle özdeşleştirilemez.
Pek çok kişi tarafından karmaşık bir medeniyetin gelişimi için alışılmadık bir nokta olarak değerlendirilen bu kadar uzak ve kurak bir bölgenin kumlarından rafine bir kültürün ortaya çıkabileceği hiç kimse hayal etmemişti. Kazılar neredeyse yirmi yıl önce başladığından beri, çok sayıda keşif (kapsamlı bir şekilde analiz edildiğinde) burayı Jiroft’un doğru tarihsel perspektifine yerleştirmek mümkün kılacak. Sümer kültürünün kalıntılarının ortaya çıkarıldığı 1869 yılından bu yana Mezopotamya uygarlığın beşiği olarak kabul ediliyor. Ancak Jiroft’taki dikkat çekici bulgular bu yorumun yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor.
National Geographic. 26 Şubat 2021.
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >