Blog
800 Yıllık Çocuk Mumyanın Modern Akrabaları Bulunacak
800 Yıllık Çocuk Mumyanın Modern Akrabaları Bulunacak...
Yazar: Perrin Margaryan Tarih: 15 Mayıs 2018
Sibirya’daki Salekhard şehrinde bulunan 800 yıllık 6-7 yaşlarındaki çocuğun günümüzde yaşayan akrabalarını bulmak için DNA testleri yapılıyor.
Çocuk yılın soğuk dönemine denk gelen bir zamanda gömülmüş bu da bedeninin, soğuk iklim ve bakır tabakalarının yanı sıra doğal bir şekilde korunmasına yardımcı olmuş. Fotoğraflar: Yamalo-Negets Bölgesel Müzesi ve Sergi Kompleksi
Fotoğraflarda bilim insanları günümüz Salekhard şehrinin yakınlarında yaşamış 6-7 yaşlarında bir erkek çocuğunu mumyalaştırmış huş ağacı kabuğu ve bakır da içeren mumyayı dikkatle temizlerken gösteriliyor. Yaklaşık 800 yıldır saklı kalan bu çocuk mumyasının dişleri de dahil yüzünün bir kısmı aniden ortaya çıktı.
Çocuktan alınan DNA örnekleri modern akrabalarının hala bölgede olup olmadığının belirlenmesi için yerel Sibiryalı gruplardan alınan örneklerle karşılaştırılacak.
Çocuğa ait iyi korunmuş kalıntılar, daha önce Arktik bölgesinin kıyısında yer almasına rağmen Pers İmparatorluğu’yla bağlantısı olan gizemli bir Ortaçağ medeniyetine ait olduğu düşünülen Zeleny Yar mezarlığında keşfedildi.
Modern akrabalarının hala bölgede olup olmadığının belirlenmesi için, çocuktan alınan DNA örnekleri yerel Sibiryalı gruplardan alınan örneklerle karşılaştırılıyor. Fotoğraf: Alexander Gusev
Güney Kore’deki bilim insanlarının yardımıyla çocuğun yüzünün canlandırılması için yürütülen çalışmalar devam ediyor. Bunun yanı sıra, çocuğun çiğ balıkla beslendiği de ortaya çıkarıldı.
Moskova, Moleküler Genetik Enstitüsü’ndeki Moleküler Genetik ve Kalıtsal Hastalıklar Laboratuarı Başkanı Prof. Petr Slominsky, “Haziran ayında, yerel nüfustan DNA örnekleri almak üzere Zeleny Yar yakınlarına gidecek böylelikle modern yerel halk ve Ortaçağ’da bu bölgede yaşamış insanlar arasındaki genetik bağlantıları belirlemeye çalışacağız.” diyor.
Slominsky, Khanty ve Nenets adlı gruplarla, ayrıca Muzhi Gölü’nün yakınlarında yaşayan izole bir grup olan Komilerle ilgilendiklerini belirtiyor.
Hayattayken yüz kemikleri tam olarak şekillenmediği için bu kemikler günümüze ayrılmadan gelememiş, kalıntıların gömülü olarak kaldığı uzun süre boyunca birbirinden ayrılmış. Fotoğraf: Alexander Gusev
Bilim insanları, birtakım zorluklara rağmen mumyadan yeterli ve incelemeye elverişli şekilde DNA örneği alabileceklerine inanıyor. Slominsky, “Şu an mumyadan iyi DNA örnekleri çıkarmak için uğraşıyoruz” diyor.
“Şu an karşımızda karmaşık bir durum var, zira çocuğun bedeni huş ağacı kabuğu ve reçinesiyle kaplanmış. Bu da dokularını şişirmiş. Ayrıca, beden birkaç kez donmuş ve tekrar çözünmüş. Elde ettiğimiz DNA pek net değil. Ancak şu an DNA’yı netleştirmeye ve daha fazla örnek elde etmeye çalışıyoruz bunları yaptığımızda analizlere başlayacağız.”
“Önce, anne tarafından hangi etnik grupla bağlantılı olduğunu belirlemek için mitokondriyal DNA’yı dizileyeceğiz. Sonraki adımımız ise baba tarafından kökenlerini bulmak için nükleer DNA’yı analiz etmek olacak.”
“Bizim için öncelik net proplar almak. Aslında, böylesi bir materyali toplayabilecek son nesil biziz çünkü bu melezleme önemli ölçüde artacak.”
Tyumen, Kuzey Gelişim Sorunları Enstitüsü’nden araştırmacı Sergey Slepchenko, “Seoul Üniversitesi’yle yaptığımız bir anlaşma var, DNA propları almayı, bunları dizilemeyi, stabil izotopları incelemeyi ve daha sonra mezarda bulunan hayvanların derilerindeki ektoparazitleri araştırmayı planlıyorlar” diyor.
“Şu an önümüzdeki büyük ve uzun proje çocuğun yüzünü restore etmek. Bu oldukça uzun sürecek bir süreç zira öncelikle kafatasını restore etmemiz gerekiyor. Hayattayken, yüz kemikleri tam olarak şekillenmediği için bu kemikler günümüze kadar ayrılmadan gelememiş, kalıntıların gömülü olarak kaldığı uzun süre boyunca birbirlerinden ayrılmış.”
“Yüz derisi neredeyse bozulmamış durumda, fakat kemikler birbirlerinden ayrılmış. Bu da daha komplike bir yöntem izlememiz gerektiği anlamına geliyor. Yani, bilgisayarlı tomografi kullanarak yüz kemiklerini ve kafatası kemiklerini tekrar bir araya getirmemiz, daha sonra da yüzü canlandırmamız gerekiyor. Bu oldukça uzun bir süreç ve bunun büyük bir kısmı da Koreliler tarafından gerçekleştirilecek.”
6 veya 7 yaşlarında olan çocuk çiğ ya da tam pişmemiş balıkla beslenmiş. Bu durum bize söz konusu insanların yaşayışlarına dair bir şeyler anlatıyor. Fotoğraflar: Yamalo-Nenets Bölgesel Müzesi ve Sergi Kompleksi
Çocuğun bağırsak içeriği üzerine yapılan analiz şimdiden ilgi çekici sonuçlar ortaya koydu. Slepchenko ayrıca “Küçük bir kesi açtık ve içerikten toplamda bir gramlık bir prop aldık. Aldığımız ilk ilginç sonuç içerikte polene rastlanmamış oluşuydu, bu çocuğun muhtemelen kışın veya sonbaharınım bitimine yakın bir zamanda öldüğünü gösteriyor.
Yılın soğuk dönemine denk gelen bir zamanda gömülmüş bu da bedeninin soğuk iklim ve bakır tabakalarının yanı sıra doğal bir şekilde korunmasına yardımcı olmuş. İlgi çekici diğer bir şey ise bağırsak içeriğinde opisthorchise yani bir tür parazite rastlamamız.
Bu durum, 6-7 yaşlarında olan bu çocuğun çiğ ya da tam pişmemiş balıkla beslendiğini gösteriyor. Böylelikle, bu insanların yaşayışlarında dair bir şeyler de öğrenmiş oluyoruz” diyor.
Daha önce aynı mezar yerinde bulunan daha küçük çocuklarda da Opisthorchiasis adı verilen parazitik hastalığa dair bulgulara rastlanmıştı. Slepchenko, “2014 yılında, yine Zeleny Yar’da gün yüzüne çıkarılmış bir bebek mezarından alınan örnekleri inceledik. Bebek yaşamının altıncı ayıyla birinci yılı arasında bir zamanda ölmüştü, ama böylesine küçük bir bebekte bile opisthorchiasis vardı.
Burada çocuklar çok küçük yaşlardan itibaren çiğ balıkla beslenmeye başlıyor. Bu durumda, çiğ balık çocuğa emsin diye veya lapa hale getirilip mama şeklinde verilmiş olabilir. İncelememize konu olan bu insanların beslenme alışkanlıklarına dair zihnimizde daha detaylı bir resim oluşturmak için paleo-parazitolojik bir araştırma yürütmeyi planlıyoruz.” diyerek bu insanların yetersiz beslendiğini söylemek için henüz çok erken olduğunu belirtiyor.
Salekhard, Arktik Araştırmaları Merkezi’nden araştırma görevlisi Alexander Gusev, “Mumya için yeni bir altlık oluşturduk ve şu an onu özel bir dondurucuda tutuyoruz. Bilim insanları gereken tüm propları alana kadar koruyucu herhangi bir kimyasal kullanmayacağız” diyor.
Mumyanın keşfinin ardından, bilim insanları geçtiğimiz haziranda kalıntıların MS 12. veya 13. yüzyıla tarihlendirildiğini duyurdu. Gusev, huş ağacı kabuğu ve bakırdan oluşan tabutun o dönemde 1.30 metre uzunluğunda ve 30 santimetre genişliğinde olduğunu söylüyor.
Gusev “Mumyalaşma son derece doğal ve birden fazla etmenin bir araya gelmesiyle oluşmuş: bedenler bakır tabakalarının ve bakır kap parçalarının üzerine yatırılmış, bu durum devamlı donlarla birleştiğinde koruyucu bir etki yaratmış” diyor.
Bakırla aynı zamanda da ren geyiği, kunduz, kutup porsuğu veya ayı kürküyle özenli bir biçimde kaplanmış beş mumyaya rastlandı. Fotoğraflar: The Siberian Times, Natalya Fyodorova
Arkeologlar daha önce, Ortaçağa tarihlendirilen bu bölgede içlerinde kafatasları dağılmış veya parçalanmış, iskeletleri ise ezilmiş 11 cesedin bulunduğu 34 sığ mezar keşfetmişti. Bakırla aynı zamanda da ren geyiği, kunduz, kutup porsuğu veya ayı kürküyle özenli bir biçimde kaplanmış beş mumyaya rastlanmıştı.
Şu ana kadar bulunan mezarlar arasında yalnızca biri bir kıza aitti, yüzü bakır tabakalarla maskelenmişti. İlginç olarak, yetişkin bir kadına ait mezara hiç rastlanmadı. Yakınlarda yüzleri yine bakırla maskelenmiş üç bebek mumya daha bulundu, bunlar da erkekti ve birkaç santimetre genişliğinde dört veya beş bakır halka içinde bulunmuşlardı.
Benzer olarak, göğüsten ayaklara kadar bakır kaplamayla korunmuş kızıl saçlı bir erkek daha bulundu. Mezarında, demir bir balta, kürkler ve bronzdan yapılmış üzerinde ayı tasviri olan bir toka vardı. Tüm cesetlerin ayakları Gorny Poly Nehri yönünde çevrilmişti, bu durum nehrin dini bir öneme sahip olduğunu gösteriyor. Ölü gömme ritüelleri uzmanlarca bilinmiyor.
Bronz kâseler de dâhil olmak üzere mezarlarda bulunan eserlerin kökeni yaklaşık 6 bin kilometre güneybatıda yer alan Pers İmparatorluğu’na, 10. veya 11. yüzyıla dayanıyor. İçinde bulunan üç yüzüğün incelenmesinden alınan sonuçlara göre, mezarlardan biri 1282 yılına tarihlendiriliyor, diğerlerinin ise daha eski olduğu düşünülüyor.
Araştırmacılar yetişkin mumyalardan birinin yanında demirden bir savaş bıçağı, gümüş madalyon ve bronz kuş figürini buldu. Bunların 7. yüzyıl ila 9. yüzyıla dayandığı anlaşılıyor.
Görünüşe bakılırsa burada amaç, Sibirya’daki diğer gömü alanlarının veya Mısır firavunlarının mezarlarının aksine, kalıntıları mumyalamak değildi, dolayısıyla iddia edilen, gömülen bedenlerin modern zamanlara kadar kazaen koruna geldiği.
Mumyaların bulunduğu noktalarda toprak kumlu ve kalıcı olarak donuk kalmıyor. Kalıntıların günümüze böyle iyi bir koşulda gelmesinin ardında yatan neden ise oksitlenmeyi önleyen bakırın kullanımı ve 14. yüzyılda hava sıcaklığının azalması etmenlerin bir araya gelmesi.
Rusya Bilimler Akademisi’nin Ural Bölümü’nden Natalia Fyodorova, “Dünyanın başka hiçbir yerinde devamlı donların veya bataklıkların dışında bulunmuş bu kadar çok mumya kalıntısı yok. Burası eşsiz bir arkeolojik kazı alanı” diyor.
Arkeologlar 2002 yılında, ismi “dünyanın sonu” anlamına gelen, ren geyiği ve enerji alanında son derece zengin topraklara sahip Yamal yarımadasındaki yerlilerin itirazı sebebiyle çalışmalarını yarıda kesmek zorunda kalmıştı.
Moleküler Genetik Enstitüsü Rusya Bilimler Akademisi’nin bir parçası. Kuzey Gelişim Sorunları Enstitüsü ise Rusya Bilimler Akademisi’nin Sibirya Bölümü’nün kapsamında yer alıyor.
The Siberian Times. 9 Mayıs 2018.-www.arkeofili.com
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >