Blog
Antik Dünyanın En Güçlü 10 Kadını
Antik Dünyanın En Güçlü 10 Kadını
Antik çağlarda kadınlar, toplum tarafından çoğunlukla eziliyor ve “cadı”, “sapık”, “dinsiz”, “fahişe”, “güçsüz” gibi ithamlarla anılıyordu. Kadınlığa dair bu yaygın ve alışılmış fikirlere karşın bazı kadınlar ise, belki de o dönem şartlarında onlara biçilen rollere ve kadere karşı gelerek, antik dünyada akıl ve iradenin tepelerine hızla tırmanmayı başardı.
İşte Antik Dünya’nın tüm olumsuzluklarına rağmen, antik dünyadan günümüze kadar adlarını duyurabilmiş 10 güçlü kadın;
1- Sappho
Lirik şiirin ilk önemli şairleri arasında özel bir yeri olan Sappho, bugün Midilli olarak bildiğimiz Lesbos Adası’nın Mitilini şehrinde doğdu. İ.Ö 610 – 580 yılları arasında yaşadığı sanılan Sappho’nun hayatı hakkında net bilgiler bulunmamakta. Fakat farklı kaynaklardan ve çağdaşlarından edindiğimiz bilgilerce ufak tefek, esmer bir kadın olan Sappho, Andros adasında zengin bir tüccar olan Kerkolas ile evlenmiş ve Kleis isminde bir kızı olmuştur. Hakkında bildiğimiz bir diğer bilgi ise Lesbos’ta bir kız okulunun yöneticiliğini yapmış ve bu okulda aşk tanrıçası Aphrodite inancının ilkelerini ve kurallarını evlenme çağına gelen kızlara öğrettiğidir.
Şiirlerinde hep kişisel temaları işleyen Sappho’nun öğrencilerinden esinlendiği, onlar için düğün türküleri yazdığı gibi, kendisini unutanlara sitem eden şiirler yazdığı da biliniyor.
Yine de Sappho’nun, Lesbos’ta kurmuş olduğu okulunda kız öğrencileriyle duygusal ve fiziksel olarak yaşadığı ilişkilerinden ve aslında onun hafif meşrep biri olduğundan bahsedilir. Oysa Aphrodite’in öğretilerini tüm yaşamı boyunca hayatı ve şiirlerinde benimseyen kırılgan bir şairin; öğrencilerine beslediği sevginin tıpkı bir sapıklıkmış gibi zikredilmesi ne acı.
Hayatı kadar ölümü de sırlara gömülü olan Sappho’nun Phaon adlı bir denizciye aşık olduğu ve aşkına karşılık vermediği için kendini Leukadia kayalıklarından denize attığı söylenir. Fakat ne bu konu, ne de Sappho ve Phaon’la ilgili Atina’da “orta komedya” döneminde yazılan oyunlarda anlatılanlar doğrulanmıştır.
2- Hypatia
M.S 370 – 415 yılları arasında yaşamış olan Hypatia’yı İskenderiye Üniversitesi’nde matematik hocası olan Theon’un kızı ve eserleri günümüze dek ulaşmış en eski kadın matematikçi, bilim insanı olarak tanıyoruz. Babası tarafından bilimin, sanatın ve felsefenin en zengin kaynaklarınca beslenip büyütüldü. Yıllar sonra gittiği Roma ve Atina gezilerinde Neo-Platonculuk’tan yoğun olarak etkilendi ve İskenderiye’ye döndüğünde üniversitede matematik ve felsefe dersleri vermeye başladı.
Ne var ki İskenderiye’nin değişim yolunda gittiği dönemlerin çalkantılı dünyasına şekil veren Hypatia, İskenderiye’deki başpiskopos Timotheus ile piskopos Cyril’in arasında alevlenen rekabetin ilgi odağındaydı. Hypatia’yı bir dinsiz, cadı ve değersiz öğretilerle dolup taşan bir kadın olarak nitelendirip, öldürülmesi için halkı kışkırttılar.
Ve birgün Hypatia’nın saçlarından sürükleyerek onu kiliseye taşıdılar, çırılçıplak soydukları bedenini parçalara ayırarak, sokaklarda sergileyip ardından ateşe verdiler.
3- Kleopatra
Antik Mısır’ın son Hellenistik ve en ünlü kraliçesidir. Mısır’da hüküm süren Yunanlı Ptolemaioslar’ın on dördüncüsüdür.
Tarihte VII. Kleopatra diye bilinir. Babası XI. Ptolemaios’un MÖ. 51 yılında ölünce, tahta çıkan 10 yaşındaki kardeşi XII. Ptolemaios’la evlenerek tahta çıktı. Aynı dönemde İskenderiye’ye gelen Sezar’ın gönlünü kazandı ve Sezar’dan bir çocuğu olan Kleopatra, büyük bir ihtişam içinde Roma’ya gitti. Sezar M.Ö. 44 yılında bir suikaste kurban olunca Mısır’a geri döndü. Oysa tek hayali Büyük iskender’in de hayali olan, iki imparatorluğu birleştirerek tüm dünyaya hakim olmaktı. Bu sırada Mısır’da hükümdar olan XIII. Ptolemaios da öldürülmüş ve Kleopatra Mısır’a hakim olmuştu.
M.Ö 41 yılında Roma İmparatoru Marcus Antonius Kleopatra’ya deliler gibi aşık oldu. Klopatra’nın Marcus Antonius’tan da iki kız çocuğu oldu. Uzun bir süre Tarsus’ta yaşadılar. 39 yaşında ölen Kleopatra’nın ölümü hakkında birçok rivayet olsa da, en bilinen ölüm hikayesi kendini bir yılana sokturarak intihar ettiğine dairdir. Bazı araştırmacılar da zehir içerek intihar ettiğini iddia ederler.
4- Zenobia
Zenobia 240-274 yılları arasında Palmira kentinde doğdu. Bugünkü Suriye, Filistin, Lübnan, Mısır ve Anadolu’nun bir kısmını içine alan Palmira İmparatorluğu’na hükmeden Kral Septimius Odaenathus’la ikinci karısı olarak evlendi. Fakat kocası 267 yılında bir suikastte öldürülünce, Zenobia yönetimi eline aldı. Arap aristokrasisi içerisinde büyüyen Zenobia, güçlü, zeki ve güzel bir kadın olarak tanınırdı.
Tahta çıktıktan kısa süre sonra Palmira topraklarını genişletmeye başladı. 269 yılında Palmira ordusu Zenobia komutasında Mısır topraklarına girdi. Kendisini “Mısır Kraliçesi” ilan etti. Zaman içerisinde Anadolu’nun Ankara ve Kalkedon yakınlarına kadar ilerleyerek bu toprakları ele geçirdi. Hemen arkasından Suriye, Filistin ve Lübnan’ı tamamen hükmü altına aldı.
274 yılına kadar süren saltanatı sonrasında, Romalı askerler tarafından yakalandığı ve Roma’ya altın zincirlerle götürüldüğü bilinir. Zerafeti ve güzelliğiyle herkesi etkileyen Zenobia, Roma İmparatoru’nun kendisine sunduğu iyi hayat koşullarında bir Roma Senatörü ile evlenerek, filozof ve saygı duyulan eski bir hükümdar olarak yaşadı.
5- Penthesilea
Yunan mitolojisinde Ares ve Otrera’nın kızı, Hippolya, Antiope ve Melanippe’nin kardeşi ve asıl bilinen yönüyle Amazonların kraliçesidir. Penthesilea’nın, kız kardeşi Hippolyta’yı bir geyik avı sırasında kaza ile öldürmesi yüzünden fazlasıyla acı çektiği ve ölmek istediği bilinir. Bu sırada başlayan Truva Savaşı’na seve seve katılmak istemiştir. Truva Savaşı’nı, kardeşini öldürdüğü için kendisine kızgın olan Tanrıları yatıştırmak ve Amazonların ne kadar güçlü kadınlar olduğunu göstermek adına iyi bir fırsat olarak görür. On iki savaşçısıyla birlikte savaşa katılır ve Truvalılar’a ünlü savaşçı Achilles’i öldüreceğine yemin eder.
Nitekim Penthesilea ile karşı karşıya gelen Achilles arasında çetrefilli bir mücadele meydana gelmiştir. Bu sırada Achilles’in yenileceğini düşünen bir arkadaşı, araya girerek Penthesilea’nın dikkatini dağıtmış ve Achilles’in attığı mızrağı fark etmeyerek göğsüne saplanan mızrakla orada ölmüştür. Achilles’in mücadele ettiği savaşçıyı merak edip başlığını çıkardığında, Penthesilea’nın ölüsüne aşık olduğu rivayet edilir.
6- Hatşepsut
Hatşepsut Antik Mısır Uygarlığı’nın 18. Hanedan döneminde hüküm sürmüş tarihteki ilk kadın firavundur. İlk kadın firavun diyoruz; çünkü Antik Mısır’da firavunlar daima erkeklerden seçilirlerken, Hatşepsut tüm kadınsal hissiyat ve fiziksel ihtiyaçlarını bir köşeye bırakarak erkek rolünü üstlendi. Eşi yani Firavun II. Tutmosis erken yaşta ölünce, tahta henüz yaşı çok küçük olan III. Tutmosis geçecekti. Fakat III. Tutmosis’in ülke yönetimi için uygun bulunmayan yaşı, Hatşepsut’un tahta geçmesine sebep olmuştur. Kısa süreliğine tahta naip olan Hatşepsut; güçlü karakteri başta olmak üzere barışçıl ve akılcı siyaset anlayışıyla 25 yıl Antik Mısır’a tek başına hükmetti. Kendi döneminde ‘Kadın Firavun’ anlayışına çok sert bakan ve Hatşepsut’u kabul etmeyen ya da onu tahttan indirmeye çalışan birçok baskın güçlerle mücadele eden Hatşepsut’un iktidarı, M.Ö 1445 yılında III. Tutmosis’in iktidara geçişiyle son bulmuştur.
İktidardayken birçok heykel, resim ve anıt eser yaptıran Hatşepsut, kendi heykellerini ve resimlerini her zaman sakallı ve firavun giysisiyle bir erkek gibi resmettirmiştir.
7- Aspasia
M.Ö 460 – 401 yılları arasında yaşamış Miletos’ta yaşayan Aspasia, Axiochus’un kızıdır ve çocukluğundan itibaren iyi bir eğitim görür. Felsefeye ilgilidir. Yaklaşık yirmili yaşlarında Atina’ya, felsefenin en parlak kentine gelir. Fakat Eski Atina’da felsefe erkeklere özgü bir bilimdir ve kadınlar bunun olabildiğince dışında tutulur. Eski Atina hayatında kadınlar; köleler, fahişeler ve ev kadınları olarak sınıflandırılmıştır. Durum böyle olunca, Aspasia’nın Atina’daki evi, felsefe, sanat ve diğer bilimlerle ilgilenen tüm kadınların toplanma ve yardımlaşma için sığınağı olmuştur. Bu ev Eski Atina’daki kadınların yanısıra birçok erkek sanatçı ve filozofa da ev sahipliği yapmıştır. Örneğin Sokrates, Sophokles, Anaxagaras gibi ileri gelenler de burada bulunmuşlardır. Bazı araştırmacılara göre Platon ondan öylesine etkilenmiştir ki, Symposion eserindeki Mantinealı Diotima karakterini Aspasia’dan örnek almıştır.
Aspasia’nın evinde kadınlı erkekli toplanılıp felsefe yapılması ve içki içilerek eğlenilmesi(Symposion geleneği), onun tarihte genelev işleten ve aslında Atina’da yaşayan bir fahişe olduğuna inanılmasına yol açmıştır. Hala da Aspasia bir fahişe olarak bilinir. Atina siyasetinde önemli bir rütbeye sahip Perikles’in ikinci karısı olan Aspasia, Perikles’in siyaseti üzerinde oldukça etkili olur. Aspasia retorik bilgisinde ve felsefede oldukça iyi bir bilgindir. Xenophen “Sokrates’ten Anılar’ eserinde Aspasia’dan saygıyla bahseder; Platon, Aischines, Fidias hep Aspasia’yı sevgi ve saygıyla anarken; ne yazık ki biz Aspasia’yı tarihte yalnızca genelev işleten bir fahişe olarak biliyoruz.
8- Nefertiti
Nefertiti M.Ö 1370-1330 yılları arasında yaşamış, Eski Mısır Uygarlığı’nın firavunu, IV. Amenhotep’in eşi, kendisinden sonra gelen Tutankhamun’un kayınvalidesidir. Nefertiti ismi, “güzelden gelen” manası taşır. Antik Mısır’da önemli bir siyasi konuma sahip Nefertiti, firavun olan eşiyle eşit saygıyla anılıyordu. Öyle ki firavunun uygulaması gereken yeni yasaları ve değişiklikleri bile uygulayabilme yetkisine sahipti. Zaman içerisinde Nefertiti, Firavun ile birlikte ülkenin binlerce yıllık inanç geleneği üzerinde radikal bir değişiklik yaparak ‘Aton dini’ni yaymaya çalışmıştı. Fakat birçok tanrıya inanmak yerine sadece Güneş Tanrısı’na inanma fikri, o sırada eski geleneğin rahipleri tarafından tepki almış, rahipler bu yaptığının bir sapkınlık olduğunu ve lanete uğrayacaklarını söylemişlerdi.
Nefertiti’nin dönemine ait kaynaklar, yaymaya çalıştığı bu yeni inanç sistemi yüzünden kendisinin tanrılar tarafından lanetlendiği ve kendisine tahta hükmedecek bir erkek evlat vermediğini anlatırlar. Rivayet budur ki, Nefertiti ömrünü keder ve sıkıntı içerisinde geçirmiştir. Firavun’un sarayda kendisine bulaşan salgın hastalık nedeniyle ölümünden sonra, Nefertiti bir süre daha tahtta kalmış ve firavundan sonra ölmüştür.
9- Krotonlu Theano
M.Ö 550 yıllarında yaşamış İyonyalı Theano, Pisagor’un öğretilerinin ilk savunucularından biri ve öğrencisi olmanın yanı sıra eşidir. Tıpkı Pisagor gibi matematik, doğa, felsefe bilimlerine, ahlak, sanat ve müziğe olan tutkusuyla bilinir. Tarihte bilinen ilk Pisagorcu kadın filozoftur. Reenkarnasyonu savunan Theano, insanın öldükten sonra ruhunun yeniden doğacağına inanır ve bunu savunur; bu yüzden insan, erdemli bir birey olmalı ve erdemli bir hayat sürmelidir. Pisagor öldükten sonra, Pisagor Okulu’nda dersler vermeye devam eden Theano, bu okulda kızlara erdem hakkında dersler vermiştir.
Theano’nun diğer felsefi görüşleri de yine Pisagor’la örtüşür biçimdedir. Evrende yalnızca madde yoktur; birey için her zaman ruh ön planda olmalıdır. Evren sayılardan oluşmuş, sayılar evreni yaratmışlardır; bu nedenledir ki tüm bilimler içerisinde en önemlileri matematik ve müziktir; çünkü bu iki bilim de sayılardan meydana gelmiştir. Matematik olmazsa evrene sonsuz bir kaos hakim olur. Sayılar, evrende düzeni oluşturan tek oluşumlardır.
10- Boudica
M.S 60 dolaylarında yaşayan Boudica, Kuzey Britanya’nın Norfolk bölgesine yerleşmiş Iceni kabilesinin kraliçesiydi. Fakat kocası Ptasutagus öldüğünde krallığını Roma’ya miras bırakmak yerine, ailesine yani karısı Boudica ile çocuklarına bıraktı. Roma kanunlarına göre kadınların yönetimde ya da devlette varis olamıyorlardı. Bunun üzerine Romalı Catus Decianus, Boudica’nın tüm mülkünü elinden aldı ve bu krallığı Roma İmparatorluğu’na kattı. Tüm bunların yanısıra Boudica türlü işkencelere uğradı, çocuklarına tecavüz edildi.
Boudica 61 yılında Roma valisinin sefere çıkmasını fırsat bilerek, bir ordu kurdu ve kendi liderliğini yaptığı bir ayaklanmayla bugünkü Colchester, Londra ve St Albans şehirlerini talan etti. Bu üç şehirde, o zamanki nüfusla neredeyse 70,000-80,000 civarında insan öldü. Yine de Roma askerinin ağır disiplin ve savaş kabiliyeti, Britonların yenilmesine neden oldu. Boudica’nın, esir düşmemek adına, kendini zehirleyerek öldürdüğü bilinir.
Yüzyıllar geçmesine rağmen Boudica, cesur ve savaşçı ruhu ile Keltlerin tarihinde önemli bir ikon olarak yerini almıştır.
Arkeofili.com
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >