Blog
Arkeoloji Bilimi Neden Dijital Çağa Uyum Sağlamalı?
Arkeoloji Bilimi Neden Dijital Çağa Uyum Sağlamalı?
Modern arkeolojinin geçmişe odağının çok ötesinde, birleştirici mesajı, bizi olumlu bir geleceğe doğru yöneltmek için yaşamsal öneme sahip.
Siyaset ve Prehistorya: Uzak geçmişle ilgili keşiflerin mağara duvarındaki gölgelerden çıkma zamanı geldi. Fotoğraf: Regis Duvignau / AFP / Getty Images
Son 30 yıldaki tarih öncesi araştırmalarda en büyük ilerlemeleri malalar değil test tüpleri sağladı. “En Eski X” veya “En Eski Y” bizim en önemli keşfimiz değil, genetik bilimi sayesinde keşfettiğimiz insanlığın engin bağlantısı. Bugün yaşayan herkes derin ve yakın bir şekilde akraba: biz sadece bir nehirle ayrılmış iki şempanze grubundan çok daha birbirimize benziyoruz. Daha da önemlisi, genetik terimlerdeki farklılıklarımızın çoğu, popülasyonlar arasında değil, popülasyonlar dahilinde bulunuyor.
DNA çalışmalarındaki artış, daha ucuza ve daha kolay hale geldiğinden dolayı, deprem etkisinde bir değişime yol açtı: analiz teknikleri ne kadar ileri de olsa hiçbir taş aletin cevaplayamayacağı yepyeni sorular ortaya çıktı. Muhtemelen iki milyon yıl öncesinden başlayarak Afrika’dan dağılımın farklı safhalarını ayırt edebiliyoruz. Eski Dünya’da muazzam bir süre boyunca gerçekleşen nüfus çeşitliliği ve etkileşimi, Neandertalleri Avrupa’ya yönlendiren yerel yörüngeler, Afrika’daki Homo sapiensler ve Asya’daki diğer insanlara aynı anda gerçekleşti.
Geçen 1500 yüzyıl boyunca, 55-50.000 yıl önceki Eski Dünya’da bizim gibi insanların dağlık alanlara, çöllere ve hatta denizlere yayılmış olması baş döndürücü bir şey. Ancak buralar boş topraklar değildi; önceden var olan tüm arkaik nüfus hâli hazırda oradaydı. Çin’de “gizemli” bir tür, 120.000-80.000 yıllar arasında ilk Homo sapiens göçmenlerle aynı doğal ortamı paylaşırken, ilk Avustralyalılar Endonezya yolunda minik H. Floresiensis’le tanıştı. Ve belki de Neandertaller ve bizim hakkımızdaki eski tartışmaların tersine çevrilmesi gerekebilir: 50.000 yıl öncesine kadar, Neandertallerin hakimiyeti, Homo sapiens’in Avrupa’ya daha erken girmesini engellemiş olabilir.
Antik genetik yapılar, bu 5-6000 nesilin daha önce fark edilemeyen ayrıntılarını incelememize olanak tanıyan yeni bir veri dalga uzunluğu sağlar. İki olgu, bu tekniğin şaşırtıcı etkisini gösterir. Son yedi yıl içinde Denisova mağarası, Altay, bilim insanlarına şaşırtıcı bulgular sundu: Neandertallerin ve Homo sapienslerin, 100.000 yıllık bir zaman dilimi içerisinde farklı zamanlarda burada yaşamış olmasının yanı sıra, Afrika kökenli olmayan üçüncü bir nüfusun varlığı da ortaya çıktı. Sadece kemik parçaları ve dişlerin DNA analizi yoluyla tanımlanan bu insanların neye benzediğini veya kültürünün tam olarak ne olduğunu hiç bilmiyoruz.
Ancak, genetik bilimi, Denisovalılar, Neandertaller ve Homo sapiensler arasında, farklı zamanlarda ve farklı miktarlarda üç yönlü şekilde çiftleşmelere işaret ettiğinden, bu popülasyonlar birbirlerine gerçekten yabancı olamaz.
2015 yılında ise başka bir şaşırtıcı sonuç ortaya çıktı. Neandertallerin bazı modern popülasyonların atası olduğunu zaten biliyorduk, ancak 2015’te doğu Avrupa’dan melez görünümlü birkaç fosilden birinin genetik olarak test edilmesiyle birlikte, bu birey, sadece birkaç nesil içinde yaşamış bir Neandertal ataya sahipti; eğer melezleşme nadir görülen bir olay olsaydı, bu son derece olanaksız bir sonuç olurdu.
DNA analiz etme kabiliyetimiz daha incelikli bir hale geldiğinden, zaman ve mekan boyunca çoklu etkileşimlerin giderek daha yüksek çözünürlüklü bir haritasına ulaşıyoruz. Yaşayan insanlardaki arkaik DNA kalıntısının yüzdelik oranda küçük boyutlara sahip olması yetersiz gelebilir ancak bu küçük yüzde birkaç şanslı karşılaşmanın ötesinde binlerce bireysel birleşmeyi ve üremeyi temsil eder.
Ancak yine de, bu büyüleyici birlik beraberlik kaydı, bugün insanlara kapsamlı bir şekilde hissetme ya da kapsamlı davranış sergilemeleri konusunda yardımcı değil. 2016 yılı Aralık ayında, ırkçılık, homofobi ve paranoya dolu bir ortam içerisinde, prehistorya ve insanın kökenine defalarca atıfta bulunulan tuhaf bir tweet, modern beyazın üstünlüğü yanlısı bir propaganda ile gündeme geldi. Tweet içerisinde Amerika’nın ilk kez Avrupa kültürü tarafından kolonize edildiğini iddia etmek için sözde Solutrean hipotezinin kullanılması buna bir örnektir. Bu teori arkeologlar tarafından gerçekten de tartışılmaktadır, ancak kesinlikle beyaz üstünlüğünü savunmamaktadır.
Propaganda için modern arkeolojinin kullanılmasına başka bir örnek ise, yine 2016 Aralık ayında Washington DC’de Nazi selamları veren gençlerin, farklı çevrelere kültürel uyumlanmanın, ırkçı evrim teorilerini ispatladığını iddia ediyorlardı. İngiliz aşırı sağcı gruplar, İngiliz ırkı’nın Paleolitik Döneme ait olduğunu iddia etmeleri de farklı bir durum değildir.
Fakat ırksal saflık bu hikâyenin bir parçası değil, zira 21. yüzyıl genetik bilimi, her ölçeğinde çeşitlilik ve ilişkinin bulunduğu fraktal bir manzara ortaya koyuyor. Taş aletler nesillerin kolektif tuzu biberidir, ancak antik DNA, bizi, ailelerin ve bireylerin şarkılarına, popülasyonların korolarına uyumlandırıyor.
Arkeologların, uzak geçmişimizle ilgili bulguların gelecekteki rotamız için hayati önem taşıdığını göstermeleri gerekiyor. Akademinin, geçmişi sansürlediğine dair paranoyakça iddialara rağmen, geçmişimize merakın varlığı ufkumuzu genişletmenin bir yolunu sunuyor. Yaşamımızı adamış olduğumuz araştırmamızı güçlendirmek ve sahte olgulara kıyasla gerçek bilgilerin bulunmasını sağlamakla görevliyiz. Prehistoryanın mağara duvarlarındaki gölgelerden çıkarak, bölücü korku ve nefrete karşı birleşmeyi vurgulayan küresel mirasımızı geri kazanmasının zamanı geldi.
The Guardian – 21 Aralık 2016 – Becky Wragg Sykes kaynak: arkeofili
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >