Blog
Bilinmeyen Yönleriyle Latmos
Bilinmeyen Yönleriyle Latmos
Yazan: Yrd. Doc. Dr. Tendu Hilal Goktug Tarih: 17 Mart 2016
Eşsiz Anadolu topraklarında, hemen yanı başımızda tüm gizemiyle ve çektiği çilesiyle, gören gözleri bekleyen Beşparmak Dağları antik adıyla Latmos… Bafa Gölü’nün doğusunda, Aydın ve Muğla sınırları içerisinde, Batı Menteşe Dağları sisteminde yer alan 124 km2 büyüklüğündeki Latmos, doğal ve kültürel kaynak değerleri bakımından Türkiye’nin en önemli alanlarından biri olmasına rağmen, güzelliklerini görmemek için gözlerimizi, çığlıklarını duymamak için kulaklarımızı kapadığımız, korumayı başaramadığımız mirasımız.
Latmos’u ziyaret etmiş olanlar iyi bilirler bu hissi… Türkiye’de oldukça lokal bir yayılış gösteren “Fıstık Çamı Ormanları”nın en geniş örneğine ev sahipliği yapan Latmos’ta yürürken, çamların yaslandığı kayaların bazılarını bir kaplumbağaya, bazılarını bir ejderhaya, hatta sizi gözetleyen Karya’lı bir askere benzetirsiniz. 500 milyon yıllık gnays kayaçların zamanla aşınması ile ortaya çıkan bu ilginç kaya oluşumları arasında yol alırken, yerçekimi yasasını ve denge kurallarını tekrar tekrar düşünürsünüz. Önünüze çıkan devasa boyutlardaki kayaların içerisinde oluşan mağaralara girdiğinizde artık zamanın başka bir boyutunu yaşarsınız. Fred Çakmaktaş’a misafir olduğunuzu ve kanatlarını açarak size doğru gelen bir dinozoru hayal etmeye başlarsınız.
Tam bir jeolojik park niteliği taşıyan bu alanın neden bir koruma statüsüne sahip olmadığını düşünürsünüz. Oysa ki bugün Amerika’nın en prestijli milli parklarından biri olan Arches Milli Parkı benzer jeolojik formasyonları sebebi ile korunmaktadır. Doğu Utah’da 310 km²lik bir alanı kaplayan Arches Milli Parkı coğrafik olarak Batı Amerika’daki Colarado platosunun hemen hemen ortasında bulunmaktadır. Genel olarak yarı-çöl karakteri taşıyan bu arazide kum taşından nispeten yumuşak ve kırmızımsı renkli kayalıklar bulunmakta ve devamlı olarak erozyondan aşınmaktadırlar. Alanda gezinirken çölün ortasında erozyondan aşınan irili ufaklı kemerler şeklinde kayalıklar görürsünüz. Muhteşem bir manzaradır… Bu hayretler uyandıran peyzaj ilk kez 1929 yılında keşfedilerek Başkan Herbert Hoover tarafından alanın bir bölümü, sahip olduğu devasa kemerler, doğal köprüler, pencereler, kuleler, denge kayaları ve diğer benzersiz kumtaşı oluşumlarının doğal, estetik ve bilimsel özelliklerinden dolayı “Milli Anıt” olarak koruma altına alınmıştır. Evet, yanlış okumadınız, tam 87 yıl önce alan “doğal, estetik ve bilimsel özelliklerinden”dolayı korunmaya başlanmış, 1971 yılında ise Başkan Richard Nixon tarafından alanın tümü “Milli Park” ilan edilmiştir. 1989 yılında yönetim planı tamamlanmış ve 2013 yılında ise gelecekteki planlama ve yönetim kararlarına temel oluşturacak, parkın amacını, önemini, kaynaklarını ve değerini anlatan bir beyanat hazırlanmış. İşte bu sebeplerdendir ki Arches Milli Parkı, Amerikan’nın en prestijli milli parklarından biridir.
O kadar tanınır ve sahip çıkılır ki, Mc Donalds’ın simgesi olan logosunu işte bu milli parktan alır.
Biz Latmos’a yolculuğumuza kaldığımız yerden devam edelim. Çünkü Latmos’un size sunduğu sürprizler bu kadarla sınırlı değildir. Kayaları yakından incelemeye başladığınızda bazılarının üzerinde Latmos’ta yaşayan tarih öncesi sanatçıların çizdikleri insan resimlerini görebilirsiniz. 1994 yılında Alman arkeolog Dr. Anneliese Peschlow tarafından keşfedilen kaya resimlerinin 8000 yıl öncesine ait olduğu tahmin edilmektedir. Sayıları 170‘i aşan resim repertuarında, hayvan figürleri ve savaş betimlerinin ağırlıklı olduğu Batı Avrupa’nın Buzul Çağı mağara resimlerinden farklı olarak, ana tema insandır. Resimlerde, yerleşik hayata geçişe bağlı olarak toplumsal değişimi yansıtan aile betimlemeleri, şenlikler ve düğünler yer almaktadır. Toplam 170 lokasyonun Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından şu anda 50’ye yakını tescil edilmiş olup çalışmalar devam etmektedir O resimlere baktığınızda bin yıllar önce Latmos’ta yaşayan insanların, insana ve doğaya olan sevgilerini ve bağlılıklarını düşünür, bugün Latmos’un çığlıklarını yüreğinizde hissedersiniz.
Acaba Arhes Milli Parkı da sahip miydi böylesi bir kültürel mirasa? Öyle ya Arches Milli Parkı tam 87 yıldır koruma altındaydı. Aslında Arches Milli Parkı ve etrafında da antik çağların izlerini görmek mümkündür. Arches Milli Parkı’nın içerisinde kalan alanda 2 farklı lokasyon ve Milli Park alanı dışında kalan nehir boyunca 6 farklı lokasyon olmak üzere toplam 8 lokasyonda kaya resimleri bulunmaktadır. Kaya resimlerinin tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte bu resimlerin ilk olarak Antik Hintliler tarafından çizildiği, sonraki yıllarda ise resimlerin üzerine Puebleonlar veya Utelerin ataları tarafından birtakım dairesel formların ilave edildiği düşünülmektedir. Ve tahmin edebileceğiniz gibi figürler genellikle hayvan ve avcılık temalı. Acaba bu 8 lokasyondaki kaya resimlerinin tümü tescil edilmiş miydi? İşte asıl önemli konu buradan sonra başlıyor… 1980 yılında tüm koruma çalışmalarına rağmen, bölgeye gelen bilinçsiz ziyaretçiler tarafından resimler tahrip ediliyor. Öyle ki panellerdeki resimlerde orijinal parlak pigmentler kalmıyor. Bunun üzerine Milli Parklar servisi hemen harekete geçerek 2008 yılında Multi-Spektral Görüntüleme Projesi kapsamında, paneller kızılötesi spektrumda fotoğraflanıyor ve bu fotoğraflar sayesinde çıplak gözle daha önceden görülemeyen figürler ortaya çıkarılıyor. Demek ki göz görmek isteyince görülmeyeni bile görebilirmiş…
Latmos’u keşfetmeye devam edelim. Geziniz boyunca tüm cömertliğiyle sizi ağırlayan bu Anadolu toprağı, Antik Herakleia ve Myus’tan gelerek Alinda ve Amyzon gibi önemli antik kentlere ulaşan antik yollarını ayağınızın altına serer. Bu antik döşeme yolu takip ederken tarih içerisindeki yolculuğunuz Latmos’a ismini veren antik kentin ilk kurulduğu zamana, M.Ö. 800’lü yıllara kadar gider. Latmos’un M.Ö. 400’lü yılların sonunda terk edildiği ve M.Ö. 300’lü yıllarda ise aynı bölgede daha büyük bir şehrin kurulduğu ve o şehre, Yunan mitolojisinin halk arasında sevilen kahramanlarından olan Herakleia’nın adının verildiği bilinmektedir. Ancak o devirlerde yaklaşık olarak otuz kente daha Herakleia ismi verilmiştir. Bu sebeple şehri diğerlerinden ayırt edebilmek için, bugün Beşparmak Dağları olarak bilinen ancak antik dönemde ismi Latmos olan dağın ismini, yeni şehrin isminin yanına eklemiş ve şehri Latmos Herakliası olarak adlandırmışlardır. Latmos Herakleiası Bafa Gölü kenarında bulunan Kapıkırı Köyü’nün bulunduğu yerde olup, Latmos ve Latmos Herakleiası’nı çevreleyen geniş bir saha içerisinde Athena Tapınağı, Endymon’un Kutsal Alanı, Zeus tapınağı ve antik mezarlar bu zaman diliminden günümüze kadar ulaşmış en önemli kalıntılardır.
Ancak, Latmos’taki tarih yolculuğunuz bununla da sınırlı değildir. Sizi, M.S. 7. yüzyıla taşır Latmos ve kulağınıza fısıldar “Ben Latmos, ben tarihte hep vardım…” 7. yüzyılda Sina Dağı’ndan ve Yukarı Mısır’dan kaçan rahipler ve keşişler sarp kayalıklar ve engebeli arazilerle kaplı coğrafyayı manastır yaşamı için uygun bulmuşlar, Beşparmak Dağı ve Bafa Gölü çevresinde Yediler Manastırı ve Stylos (Arap Avlusu) Manastırı gibi çok sayıda manastır oluşturmuşlardır.
Dağlarda yalnız başına yaşayan ve bizlere kendi sanat eserlerini emanet ederek göçüp giden rahipler… Rahipler ve manastırlar belki Arches Milli Parkında da olabilirdi… Aslında amacım Arches Milli Parkı’nın Latmos’dan üstün yanlarını bulmaktı. Aksi takdirde Latmos’un milli park ilan edilmesi için 2015 yılında toplanan 40 binin üzerindeki imza neticesinde herhalde Latmos’a duyarsız kalınamaz ve milli park ilan edilirdi. Arhes Milli Parkı’nda ise, 1898 yılında iç savaş sırasında 69 yaşındaki John Wesley yaralanarak oğlu Fred ile birlikte buraya yerleşiyor ardından 1975 yılına kadar bu aile çoğalarak o bölgede yaşamını sürdürüyor. 1975 yılında ise topraklarını Arches Milli Anıtı’na teslim ediyor ve toprakları Birleşik Devletler Tarihi Yerler Ulusal Kayıtları altına alınıyor. Hikaye bu…
Konu buralara uzanmışken bilmekte fayda var; Latmos, yüzlerce yıldır göçebe Yörük aşiretlerine barınma imkânı sağlamıştır. Bir zamanlar bu dağları yurt edinen Yörük aşiretlerinden geriye, yöre taşlarından yapılmış isimsiz mezarlar kalmıştır. Binlerce yıldır vahşi coğrafyasında birçok insanı barındıran Beşparmak Dağları, yakın dönemde de bazı grupların önemli barınma merkezi olmuştur. Özellikle Osmanlının son dönemlerinde Çakırcalı Mehmet Efe gibi birçok namlı efe ve bölgenin coğrafi yapısından yararlanan birçok kaçak ve eşkıyalar Latmos’u mekân edinmiştir. Bu dağlarda barınan efeler için birçok destanlar yazılmış, türküler yakılmıştır. Yazılı belgeler olmadığı için, yakılan bu türküler ağızdan ağza aktarılarak günümüze kadar ulaşmış ve folklör mirasımızın o dönemi yansıtan önemli parçaları olmuştur. Bununla birlikte Latmos’ta dağda yaşayan insanların çoğunluğu artık köylerde yaşasalar bile dağda yaşayan birkaç aileye de rastlamanız mümkün. Bu ailelerden biri olan Yusuf Bilir’in eşiyle birlikte yılın 12 ayını geçirdiği ve kendi inşa ettiği doğa ile uyumlu evini ve evinin bahçesini gördüğünüzde hangi mimarın tasarımı olduğunu merak edebilirsiniz.
Tarihin her dönemini yaşayan bu zengin topraklar üzerinde tarihi kadar çeşitli flora ve faunaya da rastlarsınız. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’na (WWF) göre doğal bitki örtüsünün zenginliği ve endemikleriyle Türkiye’nin 122 Önemli Bitki Alanı’ndan biri olan Beşparmak Dağları’nda; baskın olarak kızılçam ormanlarını, yerel halkın geçim kaynaklarından önemli bir kısmını oluşturan fıstık çamı ormanlarını ve batıya doğru ilerledikçe zeytin ağaçları topluluklarını yoğun olarak görürsünüz. Ayrıca bölgenin botanik bilimi açısından çok önemli olan florasında 7’si endemik toplam 22 adet tehlike altında bitki taksonu yer almaktadır. Arhes Milli Parkı ise daha önceden bahsettiğim gibi yarı-çöl karakteri taşıyan bir arazi içindedir. Canlı sayısının ve çeşidinin az olduğu çöl ekosisteminde ise kaktüsler, yukkalar ve karayosunları hakimdir.
1960’lı yıllara kadar, Anadolu Parsı’nın yaygın olarak yaşadığı Beşparmak Dağları’nda, şu anda pars yaşamasa da, bir zamanlar avlanıldığı kaplan kapanlarına birçok yerde rastlarsınız. Ayılar için yapılmış birçok kovanlığın blok kayaların tepelerinde durduğunu görünce neden bu tepelere bal kayası dendiğini anlarsınız. Şansınız varsa, Beşparmağın yüksek dağlarında yaşayan ve nesli tükenmek üzere olan Akkuyruklu Kartalı ayrıca Yılan Kartalını ve Kızıl Şahini göklerde süzülürken görebilirsiniz.
Yorulduysanız eğer, köylere gidin ve kapılarını çalın. Çoğu Yörük olan ailelerin misafirperverlikleri ile tanışın, eşsiz ege mutfağını keşfedin. Ayak yağı için zeytin sıkılan taş düzenekleri yerinde görün. Evlerdeki taş ustalığını yerinde inceleyin. Latmos’un size sunduğu tüm güzellikleri görün…
Ve sonra… Başınızı biraz öteye çevirerek Latmos’un delik deşik edilen tepelerini, sırtlarını görün…
Uzun sürelerden beri Latmos’da feldspat minerali çıkarılmakta ve bu bölgenin coğrafi güzelliği ve tarihsel anıtları gün geçtikçe zarar görmektedir. Böylece “kutsal dağ” Latmos’un 500 milyon yıllık benzersiz güzellikteki kayaçları şiddetli bir değişime uğrayarak banyo seramiği olarak son bulmaktadır.
Doğal ve kültürel mirasımızı, banyo seramiği için nasıl ihraç ettiğimizi görün…
Latmos’un derelerinden akan maden tozlarından oluşan çamuru görün…
Başta Karakaya Köyü olmak üzere Latmos’taki köylerde, rüzgâr tarafından havaya karışan ve yağmur sularıyla tarım arazilerine giren maden tozu yerel halkın sağlığını da tehdit etmektedir.
İnsanlarımızın sağlığını banyo seramiği için nasıl ihraç ettiğimizi görün…
Sonra dönün ve Amerika’daki Arches Milli Parkı’nı yeniden düşünün… Milli Parkın sınırında bulunan Moab şehrinde yaşayan insanların ekoturizm faaliyetlerinden nasıl gelir elde ettiğini düşünün. Ve hatta bir film seti haline dönüşen şehirde 50’den fazla milyon dolarlık filmleri, örneğin 2010 yapımı 127 Saat filmini, 2012 yapımı John Carter filmini, 2013 yapımı Lone Ranger filmini hatırlayarak elde edilen hasılatı ve milli bütçeye katkısını düşünün…
Sadece Latmos’ta değil, Feldspat minerali Türkiye’de başka bölgelerde de bulunmaktadır, oysa Latmos dünya kültür ve doğa mirası yönünden eşsizdir…
Latmos’un asıl servetinin yerin altında değil üzerinde olduğunu görün. Arches Milli Parkından 2012 yılında sadece girişlerde alınan ücret ortalama olarak 10 milyon 700 bin $’dır. Ve bu rakam yıllar geçtikçe artış göstermiştir ve gösterecektir. Oysaki Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Maden İşleri Genel Müdürlüğü, Endüstriyel Mineraller Daire Başkanlığı’nca 2014 yılı için Muğla ve Aydın yöresinde çıkan feldispat madeninin bir tonunun fiyatı 30 TL olarak belirlenmiştir. Bu madenin bir sonu var, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanabilmesi yönünde bu gerçeği görün…
Latmos ağlıyor….
Latmos can çekişiyor…
Daha fazla gecikmeden, tamamen kaybetmeden, lütfen görün…
“Bir yerde gören göz yoksa orada güzelliklerle çirkinlikler birbirine eşittir.” H. Şirazi
Arkeofili.com
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >