Blog
Güney Afrika’nın İç Kesimleri Atalarımız İçin Elverişliydi
Güney Afrika Burnu’nu ve güney kıyılarını kaplayan uzun mağara zincirleri, yaklaşık 200.000 yıl önce yemyeşil bir manzara ve bol miktarda yiyecekle çevriliydi.
Sıla Eyler - www.arkeofili.com
Araştırmalar, yaklaşık 200.000 yıl önce Güney Afrika’nın iç kesimlerindeki insan ataları için yaşanabilir bölgelerin kapsamını genişletiyor.
Baharda çiçek açan Karoo Çölü, Willowmore, Güney Afrika yakınlarında. C: Wikimedia Commons
Güney Afrika Burnu’nu ve güney kıyılarını kaplayan uzun mağara zincirleri, yaklaşık 200.000 yıl önce yemyeşil bir manzara ve bol miktarda yiyecekle çevriliydi.
Bu mağaralar, 195.000 ila 123.000 yıl önce gerçekleşen ve Marine Isotope Stage Six veya MIS6 (Marine Marine Isotope Stage veya MIS olarak adlandırılan sistem, dünyanın antik iklimlerindeki değişimlerini ve deniz seviyesi çeşitliliğini incelemek için kullanılan bir zaman ölçeği) olarak adlandırılan buzul çağında bir grup insan için sığınak görevi gördü. Bazı araştırmacılar bu insanların o buzul çağında hayatta kalan tek insanlar olduğunu düşünüyor.
Bu kıyı bölgesinde birçok arkeolojik araştırma yapıldı. Arkeologlar için daha az ilgi çeken yer Güney Afrika’nın iç kesimiydi. Arkeologlar bu bölgeye en az iki buz çağı döneminde, MIS3 ve 2 dönemlerinde, yerleşilmediğini ve bölgenin yaşamaya elverişsiz bir yer olduğunu düşündü.
Şimdi ise yapılan bir araştırma, bölgenin bu iki buzul döneminde düşünülenden daha verimli ve ılıman olmuş olabileceğini; bölgenin muhtemelen bir dizi paleo-gölün çevresinde yaşamış insan popülasyonlarına ev sahipliği yaptığını gösterdi.
Michigan Üniversitesi arkeoloğu Brian Stewart liderliğindeki araştırma, bu göllerin yaşı ve katmanları hakkında daha kapsamlı bir zaman çizelgesi sunuyor. Araştırma ayrıca bölgedeki insan faaliyetlerinin de izlerini gösteriyor. National Geographic Society tarafından finanse edilen bu araştırma PNAS dergisinde yayınlandı.
Stewart,” Nüfus merkezlerinin her zaman kıyı boyunca olduğuna ve uzun süreler boyunca iç kısımlarda -özellikle de Karoo Çölü’nün güney iç kısımlarında- nüfusun büyük ölçüde azaldığına dair yıllarca süren bir varsayım var. Komik olan şey; sadece iç kesimlere gidip etrafta dolaşmanız ve her yerde arkeoloji olduğunu fark etmeniz gerektiği.” diyor.
Ancak bölgeyi arkeolojik ilgiye değer olarak işaretlemek için araştırmacıların, insanların orada gerçekten yaşamış olabileceğini göstermesi gerekiyordu. Güney Afrika, Birleşik Krallık ve Fransa’dan araştırmacıların yer aldığı uluslararası bir grup, daha yüksek hatlarla çevrelenmiş bir dizi süper düz araziyi inceledi. Ekip, Afrikalılarda “pans”(sabit su veya çamurdan oluşan ve kuraklık sezonunda kuruyarak tuz çökeltisi bırakan doğal havza) olarak adlandırılan bu bölgelerin paleo-göl yatakları olduğunu, onları çevreleyen yüksek rakımlı alanların ise eski kıyı şeritlerinden kalan erozyonel yer şekilleri ve tortul çökeltiler olduğunu gösterdi.
Bu durum, bahsedilen zaman dilimlerinin bölgede daha önce düşünüldüğü kadar kurak geçmediğini gösteriyor. Gölleri dolu tutmak için sürekli yağış ve nem olması gerekiyordu. Gölleri sürdürülebilir yapmak için gerekli olan ılıman iklim ise, aynı zamanda bitki örtüsünü ve insan nüfusu desteklemek için gerekli olan hayvanları da barındıracağı anlamına geliyordu.
Paleo-gölleri Yeniden Yapılandırmak
Araştırmacılar, bu eski göllerin kıyı şeritlerini ve göl dibi birikintilerini tarihlendirmek; gölleri yeniden yapılandırmak ve bölgenin manzarasını yeniden oluşturmak için çeşitli teknolojiler kullandı.
Bu teknolojiler, radyokarbon tarihlemesini ve on binlerce yıl önce tortu ile kaplandıklarından beri gün ışığı görmemiş küçük kuvars veya feldspat (çok sayıda kayaç oluşturan bir mineral grubu) kristallerinin radyoaktivitesini ölçen lüminesans adı verilen bir tekniği içeriyordu. Toprağa gömülü halde iken tüm çökeltilerde ortak olan radyoaktif elementlerden gelen elektronlar bu kristal matrislerde sabit bir oranda tutulur. Araştırmacılar, numunede kaç elektron biriktiğini ölçerek ve bunu arka plandaki radyoaktivite derecesiyle karşılaştırarak numunenin yaşını tahmin edebilir.
Araştırmacılar bu teknikleri, Teksas büyüklüğündeki -yaklaşık 259.000.000 kilometrekarelik- bir bölge boyunca dağılmış halde bulunan üç doğal havzanın (pan) çevresinde ve içinde bulunan tortul göl kıyısı, göl tabanı birikintilerinin oluşturduğu tabakaları tarihlemek için kullandı. Ayrıca bölge genelinde dağılmış ve tortul göl birikintilerinde gömülü halde olan tatlı su yumuşakçalarının kabuklarının da yaşlarını belirlediler.
Swartkolkvloer adlı bir havzada bulunan ve suda yaşayan bir gastropod (Karındanbacaklılar-yumuşakçalar sınıfına ait canlı grubu) olan Tomichia ventricosa bir göl birikintisi tabakasına gömülmüştü. Birikintiler ve kabuklar iki farklı zaman dilimine radyokarbon yöntemi ile tarihlendirildi: günümüzden yaklaşık 39-55 bin ve 31-34 bin yıl önceye.
Grootvloer adlı başka bir havzada araştırmacılar, üremek için “çok yıllık tatlı su” ve balıkların varlığını gerektiren Unio caffer adlı bir tatlı su yumuşakçası buldu. Havzadaki bu kabuklar ve göl yatakları günümüzden yaklaşık 20-22 bin yıl öncesine tarihlendirildi.
Ayrıca araştırmacılar kıyı şeritlerini çevreleyen göl birikintilerinin yüksekliğinden faydalanarak göllerin kapsadığı arazi alanını ve ne kadar derin olduklarını tahmin edebildi. Örneğin: Swartkolkvloer’deki paleo-gölün yaklaşık 215 kilometrekare genişliğinde ve 18 metre derinliğinde, Grootvloer’deki pelo-gölün ise muhtemelen yaklaşık 44 kilometrekare ve 19 metre derinliğinde olduğunu belirlediler. Kimberley kasabasının yaklaşık 480 kilometre kuzeydoğusundaki Alexanderfontein adlı başka bir havzada da yaklaşık 35 kilometrekare genişliğinde ve 15 metre derinliğinde bir göl vardı.
Araştırmacılar, bu parametrelere dayanarak göllerin bugün Güney Afrika’nın iç kesimlerinde var olandan çok farklı bir iklime ihtiyaç duyacağını biliyordu. Bir hidrolojik model kullanarak bölgedeki buharlaşma oranlarının bugünkünden yüzde 20 ila 25 daha düşük olduğunu, yağışların ise Swartkolkvloer’de yüzde 200’den daha fazla ve Alexanderfontein’de yüzde 88 daha yüksek olacağını belirlediler.
Stewart, “İç kesimlerin çeşitli bölgelerinde yaklaşık ,60.000 ila 12.000 yıl öncesine kadar kurak ve yaşanılmaz bir ortam olarak düşünülen yerlerde, oldukça büyük su kütlelerinin var olduğunu görebiliyoruz. Bu, kışların son derece kuru ve dondurucu şekilde soğuk olduğu düşünülen bir dönemdi. Ancak bu zaman diliminde var olan bu büyük göller için bu kanıtlarımız var.” diyor.
Araştırmacılar, benzer iklimlere, yağış ve buharlaşma oranlarına sahip günümüz bölgelerinin muhtemelen kuzey Botsvana, Zambiya ve Zimbabve olduğunu söylüyor. Ayrıca Equus Mağarası adlı çağdaş bir siteden elde edilen bu görüş ve verilere dayanarak büyük otlayan memelilerin bu bölgede gelişeceğini düşünüyorlar.
Karmaşık Tarih Öncesi İnsanlar
Göl alanlarının kenarlarında, dağılmış vaziyette bulunan üçgen uçlar, dilgicikler (Çakmaktaşı ve obsidyen gibi sert taşlardan çıkartılan paralel kenarlı uzun parçalar), yıpranmış devekuşu kabukları ve diğer malzemeler, buradaki insan kanıtlarını oluşturuyordu. Bunların çoğu, yaklaşık 280.000 yıl öncesinden yaklaşık 25.000 yıl öncesine kadar değişen Orta Taş Devri’ne ve 25.000 yıl öncesinden 15. yüzyıldaki Avrupa temaslarına kadar süren Geç Taş Devri’ne tarihleniyor.
Stewart, “Her yerde Orta Taş Devri kalıntıları var. Bir yere gittiğinde, arabanın kapısını açıp indiğinde bu kalıntıların üzerine basmadan ilerleyemezsin. Ne kadar çok oldukları şaşırtıcı.” diyor.
Stewart’a göre bu bulgular, arkeologların insanların davranışsal olarak daha karmaşık hale geldiğini düşündükleri alanı genişletebilir.
Geçtiğimiz on yıllar boyunca araştırmacılar, Güney Afrika kıyılarında yaşayan insanların karmaşık düşünceye geçmeye başladıklarına ve davranışsal karmaşıklığın en eski belirtilerinden bazılarını gösterdiğine dair kanıtlar buldular. Deniz ürünlerinden elde edilen zengin omega yağ asitleri de dahil olmak üzere hem iklim hem de besin istikrarının buradaki insanların davranışsal olarak modern olabilmesine izin verdiği düşünülüyor.
Ekibin çalışması, avcı-toplayıcılar için elverişli koşulların kıyı şeridiyle sınırlı olmadığını; muhtemelen iklim değiştikçe günümüzün iç çölleri de dahil olmak üzere birçok bölgeyi kapsadığını gösteriyor.
Stewart, “Bizimki, çok daha geniş ölçekte etkileri olan havza genelinde yapılmış bir çalışma. Ayrıca, arkeolojik anlatılara çok uzun süredir hâkim olan bu kıyı ve dağ kuşağının hemen iç kısımlarında bulunan bu alanlardan bazılarını da içeriyor. Bu bölgenin hemen iç kesimlerinde uzun süredir insan yaşamına elverişsiz olarak tasvir edilen bir bölge var. Ancak bölgenin uzun süreler boyunca böyle olmadığı açıkça görülüyor. İnsanların bununla nasıl başa çıktığını anlamak için sıcaklık düşüşleri hakkında bilgiye ihtiyacımızın olduğu da kesin.” diyor.
Stewart ayrıca bir sonraki adımların insanların bölgede nasıl yaşadığını daha iyi anlamak için bölgedeki arkeolojiyi incelemek üzere havzalara geri dönmek olacağını söylüyor.
University of Michigan. 15 Mayıs 2023.
Makale: Carr, A. S., Chase, B. M., Birkinshaw, S. J., Holmes, P. J., Rabumbulu, M., & Stewart, B. A. (2023).
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >