Blog
Işık, Ten Rengimizi, Gözlerimizi ve Saçlarımızı Nasıl Etkiledi?
Hala gündüz uyanık olup gece uyuma eğiliminde olmamız bir yana, biyolojimizdeki pek çok özelliği ışığa borçluyuz.
Begüm Bozoğlu - www.arkeofili.com
Evrimsel mirasımızda izleri hala belirgin olan ışık, biyolojik ve kültürel gelişimimizi etkilemeye devam ediyor.
(C: CC0 Public Domain)
Evrimsel tarihimizin büyük bir kısmında, insan faaliyetleri gün ışığına bağlıydı. Teknoloji sayesinde bu eski uyku-uyanıklık döngüsünden kurtulmuş olsak da, güneş ışığının üzerimizdeki etkisinin devam ettiğine dair kanıtlar var.
Hala gündüz uyanık olup gece uyuma eğiliminde olmamız bir yana, biyolojimizdeki pek çok özelliği ışığa borçluyuz.
Atalarımızın iki ayak üzerinde yürümeye başlamasına neden olan etkenlerden biri ışık olabilir. Işık, ten rengimizden bazılarımızın kıvırcık saçlara sahip olmasına, hatta gözlerimizin boyutuna kadar pek çok evrimsel değişikliği açıklıyor. Ruh halimizi, bağışıklık sistemimizi, bağırsak sağlığımızı ve daha birçok biyolojik sürecimizi şekillendirmeye yardımcı olan ışık aynı zamanda bizi hasta edebilir, hastalıklarımızın nedenini açıklayabilir ve tedavilerimize katkı sağlayabilir.
Milyonlarca yıllık evrimsel tarih, bizim hala ışıkla yoğrulmuş canlılar olduğumuzu gösteriyor.
Ayağa kalktık ve Afrika’dan yola çıktık
Modern insan, ilk olarak sıcak Afrika iklimlerinde evrimleşti. Sert güneş ışığından korunma ihtiyacı, iki ayak üzerinde dik yürümeye başlamamızın muhtemel nedenlerinden biri olarak gösteriliyor. Dik durduğumuzda ve güneş tam tepemizdeyken, vücudumuza çok daha az güneş ışığı temas ediyordu.
Kalın yapılı kıvırcık saçın, kafa derisini koruma açısından düz saçtan daha iyi bir yalıtım sağladığı düşünülüyor; bu nedenle atalarımızın sıcaktan korunmasına yardımcı olmuş olabilir.
Erken Homo sapiens bireyleri, güçlü pigmentli derileri sayesinde güneşten ekstra koruma sağlıyordu. Güneş ışığı, folatı (B9 vitamini) parçalar, yaşlanmayı hızlandırır ve DNA’ya zarar verir. Atalarımızın yaşadığı parlak iklimlerde koyu ten rengi, bu zararlara karşı koruma sağlarken, D vitamini üretimini teşvik eden yeterli UV ışığının geçişine de izin veriyordu.
Ancak insanlar daha az güneş ışığı alan bölgelere yayıldıkça, farklı popülasyonlarda farklı genler aracılığıyla tekrar tekrar daha açık ten evrimleştirdiler. Bu değişim muhtemelen son 40.000 yıl içinde hızla gerçekleşti. Kutup bölgelerine yaklaştıkça UV ışınları azaldığı için güneş ışığının folatı parçalamasını önlemek adına daha az pigmentasyona ihtiyaç duyuldu. Daha açık bir cilt tonu, vücudun daha az ışıkla da D vitamini üretebilmesi için daha fazla ışığın geçmesine olanak tanıdı. Ancak bu değişimin büyük bir dezavantajı vardı: Azalan pigmentasyon, güneş hasarına karşı korumayı da azaltıyordu.
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >