Blog
Marco Polo’nun Destansı Yolculuğu
Marco Polo’nun Destansı Yolculuğu
Dünyanın en ünlü gezgini Marco Polo birçok şeyle tanınıyor, ancak onu meşhur kılan asıl şey, dünyanın ilk çok satan seyahatnamesini yazmış oluşu. 1300’lerde yayımlanan kitabı, Venedik’ten Asya’ya, Asya’dan tekrar Venedik’e yaptığı 24 yıllık büyüleyici yolculuğu tüm detaylarıyla önümüze seriyor.
Gerçekte Polo bu kitabı kendisi yazmamıştı. 1295’de Venedik’e dönüşünün hemen ardından Venediklilerin düşmanı Cenevizliler tarafından tutuklanıp hapse atılan Polo, hapisteyken Rusticiano adında Pisa’lı bir yazarla tanışmıştı. Polo yaşadıklarını bu yeni arkadaşına anlatırken o da duyduklarını iştahla kalem almış ardında Fransızca ve İtalyancanın karışımı olan bir Ortaçağ dilinde yayımlamıştı.
Kitabın orijinal el yazması kayıp olsa da, Ortaçağ’dan günümüze kalan 100’en fazla çizimli kopyası bulunuyor. Bu kopyaların birçoğu olağanüstü çizimlerle bezenmiş olsa da aralarındaki uyuşmazlıklar dikkat çekiyor.
Kitap, Polo’nun çokça bilinen lakabı olan Il Milione, İngilizce konuşulan yerlerde ise çoğunlukla Travels of Marco Polo (Marco Polo’nun Gezileri) olarak biliniyor.
İnglitere, Oxford’daki Bodleian Kütüphanesi kitabın yaklaşık 1400’lerden kalma en eski basımlarından birine ev sahipliği yapıyor. Mükemmel bir biçimde resimlenen kitabın birçok araştırmacının amirane olduğunu düşündüğü bir üslubu var. Kitapta üç Venediklinin 1271’den başlayarak hiçbir Hristiyan’ın daha önce adım atmadığı olağanüstü yerlere, Moğol imparatoru Kubilay Han’ın sarayına kadar yaptığı gezilerden bahsediliyor.
Böylesi uzak yerlerden gelen efsane ve söylentiler Avrupa’ya İpek Yolu’nun doğudan batıya uzanan engine ticaret hattı boyunca filtrelenmiş olarak ulaşsa da Polo’nun gözü bu merak uyandırıcı hikâyeleri yepyeni bir üslupla hayata getirmeyi başarmıştı. Anlattıkları arasında hem olağanüstü olaylar hem de ticarete dair yaşamdan detaylar vardı.
Kitap, İtalya yarım adasına aylar içinde yayılarak bir çoksatan haline geldi. Kitabın Gütenberg’in 1439’de matbaayı icadından önce çıktığı düşünülünce bu olağanüstü bir başarıydı. Polo’nun kitabı Avrupa’nın gözünü uluslararası ticaret ve yayılma olasılığına dikmesini sağlayarak iki yüzyıl sonra doğacak keşifler çağının da kamçılayıcısı oldu.
Moğolistan Yolu
Marco Polo 1254’de, Avrupa’nın gözlerini Atlantik’in batısına değil, büyük bir heyecan ve dehşetle doğuya çevirdiği bir dönemde doğmuştu. O dönemde, göçebe Moğol toplulukları Macaristan’a ulaşmıştı. Polo’nun 17 yıl sonra yapacağı büyük yolculuğuna kadar Moğol İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaşmıştı. Kuzeydeki parçası Altın Orda Devleti, Avrupa’nın kalbinde akan Tuna Nehri’ne kadar batıya uzanmıştı. İmparatorluğun en doğusu ise Asya’nın Pasifik kıyılarına doğru uzanıyordu.
Dünyanın toprak bütünlüğüne sahip bilinen en büyük imparatorluğu bir grup muhalif kabileden doğmuştu. 1206’da tek hükümdar Temuçin, rakipleri üzerine bir dizi zafer kazanmasının ardından “Evrenin Hakimi” anlamına gelen Cengiz Han ismini aldı. Temuçin günümüzde Moğolistan sınırlarında kalan topraklarında eşi benzeri görülmemiş bir hakimiyetin tadını çıkarıyordu. Kalplere korku salan önderlerinin tahta çıkışıyla daha da ateşlenen kabileler sığınaklarını Moğolistan bozkırlarının ötesine taşımaya başladı.
Önce doğuya, Kuzey ve Batı Çin krallıklarına ilerleyen kabileler topluluğu nihayetinde Pekin’e ulaşarak kenti hâkimiyet altına aldı. Pekin’den sonra, Çin ve Orta Asya boyunca her kent birer birer Moğolların hâkimiyetine girmeye başladı. Hızla ve durmadan yayılan Moğollar Rusya’nın güneyine bile ulaşmıştı.
Cengiz Han’ın 1227’deki ölümünün ardından Moğol atlıları hem Hazar hem de Çin denizlerinin kıyılarında devriye gezmeye başladı. Sibirya’da, Tibet’te, Orta Çin ovalarında, büyük bir ticaret ve iletişim ağı olan İpek Yolu’nda, her yerde Moğollar vardı.
1236’dan itibaren Moğollar gözlerini daha da batıya dikerek dikkatlerini Avrupa’ya verdiler. Bozgun, yağma ve saldırılarla dolu bir dizi seferin ardından günümüz Ukrayna ve Polonya’sını ele geçiren Moğollar 1240’da Kiev’i alarak sonraki yıl Krakow’a doğru ilerledi. Macaristan’ı ele geçirişleri Moğol ordusuna Avusturya yolunu açmış onlar da Viyana’nın doğusuna akın etmişti. Neyse ki burası son durakları olacaktı.
Moğol akınlarına ve atlıların yenilmezliğine dair söylentiler tüm Avrupa boyunca yayılmıştı. Polo yolculuğuna çıktığında Moğol akınlarından sağ kalabilmiş pek çok kişi vardı. Durum böyle olsa da Cengiz Han’a karşı duyulan korku halkına karşı duyulan merakla karışmıştı. Bazı girişimci Avrupalılar Moğollarla daha fazla temas kurarak keselerini doldurabileceklerini anlamıştı.
Avrupa’nın denizci cumhuriyeti Venedik Akdeniz’den Orta Doğu’ya uzanan büyük ticaret ağında etkin bir rol oynuyordu. Ticareti daha da doğuya genişletmeye kararlı olan Venedik doğuyu ve parayı nerede bulacağını iyi bilen tüccarlarla doluydu. Ortaçağ boyunca İpek Yolu’nun doğudaki en önemli noktalarından biri hatta giriş kapısı olan Trabzon’a kadar seyahat ediyorlardı. Çeşit çeşit ürün Çin’den Avrupa’ya bu yol üzerinden taşınıyordu.
Marco Polo tüccar bir aileden geliyordu. Babası Niccolo ve amcası Maffeo, Polo daha küçük bir çocukken hatırı sayılır birçok seyahat yapmıştı. Yıl 1261 olduğunda bu gözü açık tüccarlar Doğu’da yeni bağlantılar kurmak üzere Venedik’ten ayrıldı. İkili bu destansı yolculuklarının bir parçası olarak Moğol Hanı’yla tanıştı.
Polo’ların ticari üslerinden biri de abileri Marco’nun çalıştığı yer olan Konstantinopolis’ti. Simsarları Volga Nehri’nden Buhara’ya çalışıyordu. Niccolo ve Maffeo’nun diplomatik bir ustalık sergileyerek Kubilay Han’ın devlet erkanıyla tanışıp Shangdu’daki sarayına bir gezi ayarladıkları yer de Buhara’ydı.
Kubilay Han’la tanışmaları tarihte Doğu ve Batı’nın en büyük karşılaşmalardan biriydi. Bu iki Venedikli Moğol diyarında Batı’ya duyduğu ilgi onların doğuya duyduğu ilgiyle eş bir adamla karşılaşmıştı. Moğollarla kurdukları ilişki Venedikli kardeşlere Avrupa ve Çin arasında aracılık etme yolu açtı.
Kardeşlerin Avrupa hakkında anlattıkları kendisinde büyük bir merak uyandıran Kubilay Han kardeşlere Avrupa’ya geri dönüp Papa’dan Moğollara Hristiyanlığı öğretecek bilgili adamlar göndermesini istedi. Poloların yurda dönüşü uzun ve zor oldu. Akka’ya ulaşıp Papa Clemens’in öldüğünü öğrendiklerinde işler daha da karmaşıklaştı. Yerine yeni bir Papa seçilmemişti.
Kardeşler, yeni Papa’nın seçilmesini bekleyip Kubilay Han’ın sarayına geri dönüşlerini planlayacakları Venedik’e doğru devam ettiler. Bu kez Niccolo’nun oğlu Marco da onlarla gelecekti. Babasının en son 10 yıl önce gördüğü bu çocuk artık 17 yaşında genç bir erkekti.
Han’ın sarayı
1271’de baba, oğul ve amca Venedik’ten ayrılarak Akka’ya yol aldı. Oradan Doğu Anadolu’ya, Ermenistan’a ve Tebriz’e doğru kuzeydoğuya uzanan üçlü İran yaylalarından Bağdat’a oradan Hürmüz Boğazına vardı, planları Umman Denizi’nden gemiye binerek Hint Okyanusu boyunca ilerleyip Çin’e ulaşmaktı.
Uygun gemi arayışı onları paniğe sokunca, karayoluyla gitmeye karar verdiler. Marco Polo bir yere özgü ürünlere, bu yerin Avrupa’yla bağlantısına ve bu bağlantının gelecekte doğuracağı fırsatlara daima meraklıydı. Örneğin Tebriz öylesine iyi bir yere kuruluydu ki dünyanın birçok yerinden çeşit çeşit ürünü burada görmek mümkündü. Latin tüccarlar yabancı diyarlardan gelen ürünleri almak için buraya geliyordu. Polo’nu gözlemlerine göre Persler dünyanın en güzel halılarını dokuyordu. Bağdat’ta kentin ortasından tüccarların Hint Okyanusu’ndan Bağdat’a Bağdat’tan Hint Okyanusu’na türlü türlü mal taşıdığı müthiş bir nehir (Dicle) akıyordu. Bu detaylar Venedik ve Doğu Asya arasındaki ticaretin geleceği için çokça önemliydi.
Kent hakkında söylediklerine rağmen on yıldan fazla bir süre önce Moğollar tarafından yakılıp yıkıldığından Polo’nun Bağdat’a gitmiş olması pek muhtemel değildi. Kentin tekstil ticaretine dair birçok bilgi aktarmış olsa da tarihçiler Polo’nun Musul gitmiş olduğundan da şüpheli.
Orta Asya’ya doğru yaptıkları üç buçuk yıllık yolculuk ailenin karşısına birçok zorluk getirmişti. Afganistan’dan geçerken haydutların saldırısına uğramış, ciddi hastalıklar geçirmişlerdi. Tüm bu badirelerden sağ salim çıkan Pololar nihayetinde kraliyetle olan randevularına yetişebildi. O sırada 21 yaşında olan Marco Polo, Moğol hükümdarı Kubliay Han’ın Shangdu’daki yaz sarayına kabul edilen seçili kişilerden biri oldu.
Kendi anlattığına göre Polo’nun Kubilay Han’la arası iyiydi, onunla kendi dilinden konuşuyordu. Çin’de ve çevre yerlerde, Han’ın hizmetinde neredeyse 17 yıl geçirmişti. Birçok kez Çin dışına, Burma’ya, eski Moğol başkenti Karakurum’a seyahatlere yollanmıştı.
Nihayet Avrupa’ya dönme vakti gelmişti, ancak Polo’nun kendisini Güney Çin Denizi’ne , Vietnam’a Malezya’ya Sumatra’ya ve Sri Lanka’ya götüren dönüş yolculuğu da bambaşka bir macera oldu. Pololar karaya ayak basana kadar Hindistan’ın en güney ucuna kadar gitmiş daha sonra Afganistan’a ulaşana değin karadan devam etmişlerdi. Oradan Pers diyarına ve Orta Doğu’ya kadar ilerleyen Pololar Konstantinopolis’e varıp buradan Venedik’e doğru gemiye bindi. 24 yıllık yolculuk nihayet 1295’de Venedik’te, başladığı yerde bitti.
Çığır açan bir kitabın doğuşu
Marco Polo’nun macera dolu seyahatini konu alan kitap kısmen, Avrupalılar için dünyanın çok uzak noktalarına dair merak uyandıran bilgiler vermesinden dolayı kısa sürede çok satan haline geldi. İpek Yolu’nun geçtiği diyarlardan hikayeler daha önce pek çok kez anlatılmış olsa da Marco Polo’nun Çin ve çevre yerler hakkında sağladığı bilgi zenginliği dönemi için eşi benzeri görülmemiş nitelikteydi.
Marco Polo’nun Gezileri, gerçek ve kurgunun birbirine karıştığı hikayeleriyle kısa sürede ünlü olmuş hatta dillere düşmüştü. Kitapta geçen bu tarz bir hikâyede makarna veren bir ağaçtan bahsediliyordu. Bunun yanlış bir yorumlama olduğu açıktı zira Polo makarnanın ağaçta yetişmediğini çok iyi biliyordu. Kitapta Sumatra’da yaşayan karnı aç yamyamlar ve devasa tek boynuzlu atlar olduğundan Angaman adı verilen bir adada ise köpeğe benzer kafaları olan insanlar yaşadığından bahsediliyordu.
Anlatılan hikayeler böylesi masalsı olmasa bile kaynakları belirsizdi. Polo’nun yolculuğuna dair verdiği bilgilerin tek kaynağı yine kendisiydi dolayısıyla Poloların anlatılan olayı bizzat kendileri mi yaşadığı yoksa bölge insanından mı duyduğu bilinemiyordu. Kulaktan dolma söylentilerin Polo’nun bizzat şahit olduklarıyla tutarsız bir üslupla birleşmesi bazı yorumcular tarafından uydurma olarak atfedilmişti. Polo, sarayının zemini iki parmaktan daha kalın altınla kaplı Cipangu diye bir yerden bahsediyordu. Birçok tarihçi Cipangu’nun Japonya olduğunu düşünüyor ancak Polo’nun Japonya’ya hiç gitmediği biliniyor. Böylesi anlatıların genellikle başkasından duyulma olduğuna inanılıyor yine de çoğu tarihçi Polo’nun Çin’e dair anlattıklarının otantik ve deneyimlenmiş olduğunu düşünüyor.
Kitap okuyucular için ticareten de ilgi çekiciydi. Okuyucular uzak diyarlara dair tuhaf ve fantastik detaylar sunmakla kalmıyor aynı zamanda uluslararası ticaretle ilgili tüccarlara da pratik bilgiler sunuyordu. Polo’ya göre Çin bir “tüccar cenneti”ydi.
Polo’nun üretilen ürünleri ve bunların nasıl taşınabileceğini kaydetmedeki istekliliği dönemin ruh halini de büyülemişti. Kitabın sağladığı bilgi Doğu Asya haritasını geliştirecek bu da ticari ilişkileri besleyecekti. Marco Polo’nun eseri onun adımlarını takip edip Çine gidecek ve geriye yeni birçok bilgi getirecek gezginlere de ilham vermişti. Bu bilgiler Rönesans’a ve 1400’lerdeki keşifler çağına doğru ilerleyen Avrupa’nın dünyanın geri kalanına dair merakını uyandırmıştı.
1557’de Çin’deki Ming hanedanlığının hükümdarları Portekizlilerin Makao’da kalıcı bir yerleşim kurmasına izin verdi. Bu Cizvit rahip Matteo Ricci’nin Çin’de yapacağı misyonerlik faaliyetlerine de yol tanımıştı. Ülkeye dair derin bilgisi onun ve diğer Cizvitlerin Çin inanç ve geleneklerini Batı’ya açıklamasına olanak tanıdı. Marco Polo, babası ve amcasının iki yüz yıl önce inşa etmeye başladığı kültür köprüsü Doğu ve Batı arasında bağlantı kurmaya devam ediyordu.
National Geographic. Antonio Ratti. 10 Eylül 2019.
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >