Blog
Neandertal Göğüs Kafesi, Anatomileri Hakkında Bilgi Veriyor
Neandertal Göğüs Kafesi, Anatomileri Hakkında Bilgi Veriyor
Bilim insanları, bugüne kadar ortaya çıkarılmış en bütün haldeki Neandertal iskeletine ait bir göğüs kafesinin üç boyutlu tasarımını yaptı.
Bilim insanları, ilk üç boyutlu sanal göğüs kafesinin tasarımını bitirdi. Bu göğüs kafesinin en önemli özelliği, bugüne kadar ortaya çıkarılmış en bütün haldeki Neandertal iskeletine ait olması. Yaklaşık 60.000 yıllık erkek bir iskelete ait fosillerin tomografisini çeken araştırmacılar, göğsün 3 boyutlu modelini yaratmayı başardılar. Ayrıca bu model, kambur duran ‘mağara adamı’nın yuvarlak göğüs kafesi imajından oldukça farklı.
Birçok bilim insanından oluşan uluslararası bir ekip, bugüne kadar gün yüzüne çıkmış ve en bütüne yakın Neandertal iskeletinde gözlemlenen göğüs kafesinin ilk üç boyutlu sanal görüntüsünü elde etti. Bu görüntü, antik insanların nasıl hareket ettiği ve nefes aldığıyla ilgili sorulara alternatif cevaplar sağlıyor.
Araştırma ekibi, üst omurgayı ve kaburga kemiklerini içeren, kalp ve akciğerler için gerekli alanı sağlayan göğüs bölgesine odaklandı. Araştırmacılar, Kebara 2 olarak da bilinen yaklaşık 60.000 yıllık erkek iskeletin fosillerine uygulanan tomografi sayesinde göğüs kafesinin üç boyutlu modelini elde edebildi.
Bu sonuçlar, modern insanlarla karşılaştırıldığında hem daha büyük akciğer kapasitesine, hem de daha düz bir omurgaya sahip olduğu anlaşılan ve dimdik durabilen bireylerin göğüs kafesinin ne şekilde olduğunu gösteriyor.
Çalışmanın baş yazarı ve Bask Bölgesi Üniversitesi’nden Asier Gomez- Olivencia: “Göğsün şekli, Neandertallerin nasıl hareket ettiklerini anlamamızı sağlayacak bir kilit nokta çünkü bu göğüs, onların nefes alıp vermeleri ve dengede durmaları ile ilgili bilgiler sunuyor.” diyor
Washington Üniversitesi, Antropoloji Bölümü’nde profesör Patricia Kramer’e göre, Neandertallerin hareket etme şekli ile kullanabilecekleri kaynaklarla hayatta kalabilme yetilerinin doğrudan bir ilişkisi vardı.
Kramer, “Karmaşık kültürel adaptasyon söz konusu olduğunda, Neandertaller ile modern insanlar arasındaki ortak nokta çok fazla. Neandertallerin adaptasyon sürecini anlamak, kendi evrim sürecimize yönelik yetkinliğimizi arttıracak.” diyor.
Bugünkü Batı Avrupa ile Orta Asya arasında yaşamış olan Neandertaller, 400.000 yıl önce ortaya çıkan bir insan türüydü. Yaklaşık 40.000 yıl önce soyları tükenen Neandertaller, farklı buzul çağlarını deneyimleyen ve belli bölgelerdeki mağaralarda yaşamış avcı toplayıcı insanlardı. Günümüzde farklı birçok toplulukta Neandertal DNA’sına rastlanıldığından, son zamanlarda gerçekleştirilen çalışmalar, Neandertaller ile ilk Homo sapiens’lerin çiftleştiğini öne sürüyor.
Neandertal kalıntıları, Avrupa’nın, Asya’nın ve Orta Doğu’nun farklı bölgelerinde son 150 yıl içerisinde bulundu. Aynı ekip, Kuzey İsrail’in Carmel sıradağlarındaki Kebara mağarasında bulunan, diğer adı “Moshe” olan ve Kebara 2 olarak da bilinen iskelet ile ilgili çalışmalarını 1983 yılında sürdürdü. Bugüne kadar bulunmuş Neandertal iskeletleriyle karşılaştırıldığında, kafatası kemiği eksik olan bu yetişkin erkek iskeletin kalıntıları oldukça tüm halde. Bu iskeletin ne zamana ait olduğunun anlaşılması için, termolüminesans ve elektron spin rezonans yöntemleriyle çevresindeki toprağın yaşının 59.000 ile 64.000 yıl aralığında olduğu tespit edildi.
19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başında diğer Neandertal kalıntıları ile ilgili gerçekleştirilen çalışmalar ve keşifler, kambur duran mağara adamına ilişkin teorilere ve basmakalıp fikirlerin oluşmasına yol açtı. Zaman içerisinde Neandertallere özgü özellikleri bilimin ışığında açıklayan başka araştırmalar ortaya konsa da göğüslerinin yapısı, akciğerlerin kapasitesi ve Neandertallerin adapte olabildiği ya da olamadığı durumlara yönelik tartışmalar uzadıkça uzadı.
Kramer, biyolojik antropoloji alanında sanal bir biçimde yeniden oluşturma tekniğinin son on yılda ivme kazandığını söylüyor. Göğüs bölgesindeki kırılgan kemikler, fiziksel bir yeniden oluşturmayı riskli hale getirdiğinden, fosiller ile kullanılan bu teknik çok yararlı.
Aynı araştırma ekibi, Kebara 2’ye ait omurganın sanal görüntüsünü yaklaşık iki yıl önce elde etmişti. Bu işlem, Neandertal biyomekaniğine ilişkin teorileri yenilemek için atılan ilk adımdı.
“İnsan Paleontolojisi ve Tarih Öncesi” adlı kitapta yayımlanan ekibin çalışması, Neandertallerin dik bir duruşa ve modern insan omurgasına göre çok daha düz bir omurgaya sahip olma ihtimalini teyit ediyor.
Bilim insanları, göğsün bu modelini yapabilmek için hem halen Tel Aviv Üniversitesi’nde bulunan Kebara 2 iskeletini birebir incelediler hem de omurun, kaburga ve pelvik kemiklerin tıbbi tomografisini alıp bilimsel araştırmalar için tasarlanan üç boyutlu yazılımı kullandılar.
İsrail’deki Bar Ilan Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Alon Barash, bu çalışmanın çok titiz bir şekilde yürütüldüğünü; her bir omurun ve kaburga kemiğinin tek tek tomografisinin çekildiğini, daha sonra üç boyutlu düzlemde hepsinin tekrar birleştirildiğini belirtiyor.
Bu aşamalardan sonra, bilim insanları, Neandertal kemiklerinin görüntüsü ile günümüzde yaşayan yetişkin erkeklerden elde edilen ve tomografisi çekilen kemikleri karşılaştırabilmek adına morfometrik analiz olarak adlandırılan bir yöntemi kullandılar.
Gomez- Olivencia, yeniden yapılandırma sürecinde tam bir göğüs örneğine ulaşabilmek için, hem deformasyona maruz kalan parçaların bazılarını hem de iyi bir biçimde korunmamış olan akis görüntülerin birkaçını sanal düzlemde kesip uyarlamak zorunda kaldıklarını söylüyor.
Toraks görüntüsü, ekibin bir önceki bulguları ile birlikte değerlendirildiğinde, içe doğru ilerleyen kaburga kemiklerinin omurgada birleşmesi, göğüs boşluğunun dışarı doğru sıkıştırılması ve modern insan iskelet yapısının bir parçası olan bel kıvrımıyla beraber omurganın da arkaya doğru hafifçe eğilmesi anlam kazanacak.
İspanya’daki Doğa Tarihi Ulusal Müzesi’nin Sanal Antropoloji Laboratuvarı’nda kıdemli bir araştırmacı olan Markus Bastir’e göre, Neandertallere ve modern insanlara ait göğüslerin farklılığı oldukça şaşırtıcı.
Gomez- Olivencia, “Neandertallerin omurgası, göğüs bölgesinin daha iç kısmında konumlanmış. Dolayısıyla, bu durum, onların daha dengeli olmasını sağlıyor. Aynı zamanda göğüs, alt kısımına göre daha geniş.” diyor.
Böylesi bir göğüs kafesinde daha büyük bir diyaframın yer alması, akciğer kapasitesinin de daha geniş olması kuvvetle muhtemel.
Ono Akademik Koleji’nde kıdemli bir yazar olan Ella Been, Neandertallerin nefes alırken diyaframlarını niçin kullandıklarını açıklarken, onların daha geniş olan alt göğüs ve yatay yönelime sahip kaburga kemiklerini kanıt olarak sunuyor.
“Öte yandan, modern insanlar nefes alırken hem diyaframa hem de genişleyen göğüs kafesine tabi. Fosil kalıntılarına yönelik araştırmalarda kullanılan yeni teknolojilerin, nesli tükenmiş türleri anlamamızda bizlere yeni bilgiler sunduğunu görüyoruz.”
Kramer’e göre, tüm bu bahsedilenlerin Kebara 2 için ne anlam ifade ettiği ve onun nasıl yaşadığı, bir başka araştırmanın konusunu teşkil ediyor.
Neandertaller, nasıl nefes alıp veriyorlardı? Güçlü akciğerlere, hangi fiziksel ihtiyaçları söz konusu olduğunda gereksinim duyuyorlardı? Bütün bunlar, onların nasıl bir çevrede yaşadığı ve nasıl hareket ettiği ile ilgili bilgiler sunar mı? Fiziksel özelliklerinden herhangi biri, Neandertallerin iklim değişikliklerine karşı daha hazırlıklı olmalarını mı sağlar, yoksa iklim değişiklikleri karşısında daha hassas olmalarına mı sebebiyet verir?
Kramer’e göre, Neanderatl göğsünü yeniden oluşturmanın ilk basamağı, Neandertallerin nasıl göründüğü ya da yaşadığı ile ilgili modası geçmiş tüm teorilerin etkisi altında kalma fikri, bilinçli bir şekilde reddedildiğinde gerçekleşecek.
“Eksik parçaları olan bir yapbozu yapmaya çalıştığınızı hayal edin. Farklı parçalar söz konusu olduğunda da tüm olasılıklar işte bu şekilde düşünülmeli. Mevcut parçalar bize neyi gösterir? İnsanlar, belirli bir gidişatın olması gerektiğini söyleyebilir. Öte yandan, kendi kurguladığımız şeyi tekrar tekrar yapma gafletine düşmemeliyiz. Bu süreç içerisinde, tam anlamıyla nötr bir tavır takınmalıyız.”
ScienceDaily. 30 Ekim 2018.
Arkeofili
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >