Blog
Necmi Karul: Arkeolojik bilgiyi doğru şekilde toplumla buluşturamıyoruz
Necmi Karul: Arkeolojik bilgiyi doğru şekilde toplumla buluşturamıyoruz
Arkeolog Prof. Dr. Necmi Karul; 'Arkeolojik bilgiyi doğru bir dil ile toplumla buluşturma konusunda yetersiz kalıyoruz. Bu alan kalabalıklara ulaşma konusunda elinde sınırsız imkanlar bulunan ve geçmişten reyting elde etmek isteyenler tarafından dolduruluyor. Ne yazık ki yanlış yerleşen bilgiyi değiştirmek de pek mümkün olmuyor. Toprak altından kimlik de inanç da devşirmemek lazım' diyor.
Göbeklitepe Arkeolojik Bilim Kurulu Üyesi ve Karahantepe Arkeoloji Kazı Başkanı Prof. Dr. Necmi Karul, Gazeteduvar sitesinden Nuray Pehlivan'ın Göbeklitepe ve Karahantepe kazıları ile ilgili sorularını yanıtladı.
> MÖ 10 binli yıllarda Urfa ekolojik açıdan nasıldı? Yerleşik avcılar neden burayı tercih ettiler?
> Günümüzden yaklaşık 20 bin yıl önce Avrupa’nın büyük bir kısmı ve Doğu Anadolu ile Zagros Dağları’nın yüksek kesimleri buzullarla kaplıydı. Bu dönemin sonuna doğru iklim yumuşamaya başladı. Buzullar eriyerek kuzeye çekilirken deniz seviyeleri de yükseldi. MÖ 12 bin 500’lere gelindiğinde sıcaklık artık günümüzdeki seviyelere ulaştı. Bu yeni koşulların insan kültüründeki belirleyiciliği bağlamında en etkili olduğu coğrafya ise Anadolu ve Yakındoğu.
Bu dönemde Anadolu’nun büyük bir kısmı ve Zagros Dağları ormanlarla kaplı. Bu dağlık alanın güneyinde ise yarı kurak bölgeler başlıyor. Biyolojik çeşitlilik açısından da otlar arasında bir süre sonra tarıma alınacak tahıllar başı çekiyor. Bu ekolojik çeşitlilik sadece bitkiler değil hayvanlar açısından da ideal koşullar sunuyor. Başta ceylan olmak üzere en çok avlanan hayvanlar geyik, yaban sığırı ve domuz. Yine dağlık kesimlerde yaşayan yaban koyunu ve keçisi ile yaban eşeği de en çok tüketilen hayvanlar arasında. Kuş ve balık avcılığı da beslenmede önemli bir yer tutuyor. Aslında en çok dikkat çeken konu hayvan bolluğu kadar tüketilen hayvanların çeşitliği. Dolayısıyla Güneydoğu Anadolu tarihöncesi avcılar için hem uygun iklim koşullarına sahipti, hem de hayvan bolluğu ve çeşitliği açısından son derece idealdi.
> Neolitik Dönem insanlarının yaşam alanı nereler? Komşu bölgelerle karşılaştırdığımızda Urfa ya da Göbeklitepe’ye özel bir anlam yükleyebilir miyiz?
Hemen hemen aynı dönemlerde, Yakındoğu’nun farklı kesimlerinde, örneğin Levant, Orta Fırat Havzası ve Zagroslar’da ilk yerleşik toplumlarla karşılaşıyoruz. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin geneline baktığımızda, ilk yerleşimlere farklı coğrafi ortamlarda rastlanılması bizim açımızdan öne çıkan bir durum.
Örneğin Dicle Havzası’ndan bilinen Neolitik Dönem yerleşimlerinin, dağların eşik bölgesinde, büyük bir nehir ile küçük bir akarsuyun kesiştiği noktalarda oldukları dikkat çekiyor. Göbeklitepe’nin bulunduğu Fırat Havzası’ndaki ilk yerleşimler ise genelde yüksek kesimlerde. Kuşkusuz bu farklı konumlarda yerleşimlerin olmadığı anlamına gelmiyor. Ancak eldeki veriler dahi MÖ 10. bin yılda Güneydoğu Anadolu’da, insanların birbirine yakın ve farklı ekolojik ortamlarda yaşayacak beslenme alışkanlıklarına sahip olduklarını gösteriyor.
Etnografik örneklerin de işaret ettiği üzere avcı toplayıcıların 25-50 kişilik küçük gruplar halinde yaşadıkları ön görülebilir. Ancak Neolitik Dönemle birlikte gerek yerleşimlerin sayısının artması gerekse bu yerleşimlerin kapladıkları alanın büyüklüğü ve giderek yılın tamamında kullanılan yerlere dönüşmeleri; insanların artık sürekli hareket etmek zorunda kalmadan, aynı bölgede yaşamlarını sürdürebilecek kaynaklara sahip olduklarını kanıtlıyor. Tabii bolluk kadar yeni av stratejilerinin ortaya çıktığını da varsaymak gerekir. Artık daha önce hiç olmadığı kadar büyük kalabalıklar bir arada yaşamaya başlamıştır. Bu da beraberinde yeni toplumsal örgütlenmeleri ve onu ayakta tutan yeni kurumları getirecektir. Dolayısıyla Göbeklitepe’yi bu yeni sürecin çıktılarından biri olarak görmek gerekir. Harran Ovası’nın etrafındaki tepelerde benzeri başka yerlerin olması da Urfa’yı, komşu bölgelerle birlikte, dünyada bu süreci en iyi izleyebileceğimiz yerlerden biri haline getiriyor.
> Son birkaç yıl içinde art arda Göbeklitepe’nin benzeri yerler tespit edildiğini öğreniyoruz. Bu yerleşim yerlerinin daha önce bilinmiyor olması ilginç değil mi? Neden şimdi?
> Urfa’da yapılan yüzey araştırmaları ve Göbeklitepe kazıları aynı döneme tarihlenen en az 10-12 yerin daha bulunmasını sağladı. Bu yerler 2000’li yılların başından bu yana biliniyor olsa da Göbeklitepe’nin UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girerek daha fazla duyulması ve geçtiğimiz yıl kazısına başlanan Karahantepe (Keçletepe) sayesinde gündeme geldi. Örneğin yine Tek Tek Dağları’nda üç yıldır kazılmakta olan Harbetsuvan Tepesi’nde de benzeri kalıntılarla karşılaşıldı.
> Geçtiğimiz yıl Göbeklitepe’den daha geniş bir alanda, Karahantepe’de kazılara başladınız. Etüt çalışmalarına yeni başladığınızı biliyoruz ama burada ilk emareler neyi gösteriyor?
> Karahantepe, Göbeklitepe’ye yakın ve açık havada birbirini gören yüksek noktalardalar. Karahantepe’de geçtiğimiz yıl yaptığımız kısa süreli kazıyla, yerleşimi daha iyi anlamaya başladık. Burası, dikilitaşların çıkarıldığı yataklarla birlikte oldukça geniş bir alana yayılıyor. Yüzeyde de sayılabilen dikilitaşlar 250’nin üzerinde. Her yapıda, duvarın içine yerleştirilmiş 12 dikilitaş olduğu düşünüldüğünde onlarca yapıdan söz etmek mümkün. Ayrıca ilk açığa çıkardığımız yapılarda dikilitaş yok ama bu dönemden tanıdığımız başka özelliklere sahipler. Burada Göbeklitepe’de dikilitaşlar üzerinde bulunan hayvan kabartmalarına da rastladık.
Dolayısıyla burada hem Göbeklitepe’den bildiğimiz hem de bilmediğimiz yeni bulgulara ulaşılacağı kesin. Ancak önemsediğimiz esas şey Göbeklitepe ve diğer yerleri karşılaştırma fırsatı bulabileceğiz. Nitekim Göbeklitepe’nin tekliği üzerine oluşan izlenim bizi yeterince gerçeklikten uzaklaştırmaya başlamışken, bir başka yerin kazılması daha da önem kazanıyor. Karahantepe çalışmalarıyla birlikte bu bölgede Neolitik Döneme yönelik arkeolojik çalışmaları bir bütünün parçaları olarak görme, başka bir deyişle konuya Göbeklitepe Kültürü bağlamında daha bütüncül bakma fırsatı bulacağız.
> Sizce bu dönem insanlarını kutsal alanlar inşa etmeye iten motivasyon neydi?
> İnsanın ilk alet yapmaya başladığı 3.3 milyon yıl öncesinden yaklaşık 12 bin yıl öncesine kadar, az sayıda balıkçı topluluk dışında, sürekli hareket etmeyi gerektiren avcı toplayıcı yaşam hakimdi. Yıl boyu kullanılan, başka bir deyişle zaman içerisinde gerçek köylere dönüşecek ilk yerleşimler aynı zamanda hiç olmadığı kadar büyük bir kalabalığın da bir arada yaşaması anlamına geliyordu. Bu yeni yaşam biçiminin kökeninde başka birçok etkenin yanı sıra iklimdeki değişime bağlı olarak gelişen kaynak bolluğu olabilir. Kuşkusuz bu köklü değişikliğin çok yönlü sonuçları olacaktır.
> Bu süreçte topluluk içinde ayrıcalıklı bireylerin çıkmaya başladığı ve çeşitlenen rollerden bahsediyorsunuz. Bu anlamda Ruhban sınıfı üzerinden şekillenen bir iktidar ilişkisi var mı?
> Yapıların, dikilitaşların anıtsallığından, ustaca şekillendirilmiş kabartmalara ya da dikilitaşların üzerinde uzun bir yaşanmışlığın göstergesi olan sahnelere kadar her şey çok sayıda kişinin, ortaklaşa bir çaba ile adeta bir görevi yerine getirdiğini düşündürüyor. Başlangıçta hayvan betimlerinin merkezde olduğu bir anlatım dilinin öne çıkması ise şamanizmi anımsatan bir düşüncenin yansıması. Dolayısıyla bu dili kullananlar ya da idare edenlerin ‘ruhani iradeyi’ elinde tutan kişilerin olması çok mümkün. Nitekim Göbeklitepe’de izini sürebildiğimiz yaklaşık 1500 yıl içinde insanın kendini giderek yaşamın merkezine nasıl koyduğunu görebiliyoruz. Başlangıçta oldukça şematik ya da örtük olan insan betiminin süreç içinde nasıl üç boyutlu hale geldiğini ve sıradan bir insandan çok daha fazlasını ifade etmeye başladığı görüyoruz. Her ne kadar bu söylediğim kolaycı bir üslup olsa da insanın bu dönüşümünü iktidarını pekiştirmesinin bir göstergesi olarak alabiliriz.
> Peki, Göbeklitepe bir inanç merkezi olarak yılın 365 günü açık mıydı, yoksa avcı toplayıcılar, Kabe’ye gider gibi yılın belli aylarında mı toplanıyorlardı?
> Etnografik örneklerden avcı toplayıcıların yılın belirli dönemlerinde rutin olarak ya da farklı amaçlarla değişen aralıklarla bir araya geldiklerini biliyoruz. Klaus Schmidt’e göre de Göbeklitepe 200 km kadar geniş bir bölgede yaşayan toplulukların yılın belirli zamanlarında, tören ya da yapıları gömmek gibi farklı amaçlarla toplandıkları bir yerdi. Yapılardaki sembollerin farklı olması ise farklı grupların temsil edilmesi ile açıklanmaktaydı. Ancak bugün çevrede benzeri çok sayıda yerin olması bu çıkarsamaları yeniden sorgulamamız gerektiğini gösteriyor. Ayrıca etnografik örnekler ne kadar yol gösterici olsa da bakma biçimimizi yanlış şekillendirebileceği göz ardı edilemez. Arkeoloji bilimi doğası gereği doğru kabul ettiklerimizi değiştirme potansiyeline sahip bir alan. Göbeklitepe Kültürü hakkında henüz çok az şey biliyoruz. Yakın zamana kadar bölgede bu döneme tarihlenen toplumları yalnızca Göbeklitepe yerleşimi üzerinden sorguluyorduk, sanırım kısa bir zaman içinde farklı yerleşmelerden gelen çeşitli bulgular, konuya ilişkin daha ayrıntılı cevaplar bulmamızı sağlayacak. Yine cevap arayan sorular arasında bu dönemdeki kültürel ortamın altlığının olmayışı bulunuyor. Dolayısıyla bu grupların yerel olduklarını söyleyecek kadar veri bulunmuyor. Karşılaştırma yapılabilecek bölgelerden biri Levant; burada çağdaş, hatta daha eski yerleşmeler bilinse de materyal olarak Göbeklitepe Kültürü’ne altlık oluşturmadıkları açık.
> Dikilitaşların üstteki yatay kısmı başı, dikey kısmı ise gövdeyi yani bir insanı betimliyor. Kulak, göz, burun ya da ağız gibi detaylar olmasa da kollar ve ellerin varlığı bunu kanıtlıyor. Bazı örneklerde de kemer ya da kuşak gibi benzeri betimler var. Bu da yine gövde üzerinde yer alıyor. Taşların yüzeyi genelde hayvan figürleri ile bezenmiş, bazılarında ise geometrik desenler ve insan betimi var. Kuşkusuz her figürün taşıdığı bir anlam olmalı ve bunlar konusunda sınırsız yorum yapabiliriz. Ancak bu konuda bence etkileyici olan, figürlerin ya da oluşturdukları sahnelerin uzun bir geçmişin ürünü olduklarını bilmemiz. Bu betimlerin, yapanlara da görenlere de anlattığı çok şey olmalı ve bu da ancak ortak ve çok güçlü bir hafızanın varlığıyla açıklanabilir. Dolayısıyla burada gördüğümüz özel yapıların, dikilitaşların ve tüm betimlerin dönemin mitolojisi ve varoluş felsefesiyle ilişkili olduğunu düşünmemiz lazım.
> 2006 yılında Avrupa’da Göbeklitepe’nin, kutsal kitaplarda adı “Cennet Bahçesi” olarak geçen ve Adem ile Havva’nın yasak elmayı yiyerek kovuldukları yer olduğu ileri sürüldü. Aslında Göbeklitepede ilk olarak bu şekilde gündeme geldi. Siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
> Arkeolojik bilgiyi doğru bir dil ile toplumla buluşturma konusunda yetersiz kalıyoruz. Bu alan kalabalıklara ulaşma konusunda elinde sınırsız imkanlar bulunan ve geçmişten reyting elde etmek isteyenler tarafından dolduruluyor. Ne yazık ki yanlış yerleşen bilgiyi değiştirmek de pek mümkün olmuyor. Toprak altından kimlik de inanç da devşirmemek lazım. Her iki bağlamda da arkeolojinin politik bir araç olarak kullanıldığı zamanlar geride kalmış olmalı. Ayrıca arkeolojinin esasının kanıtlanabilir bir geçmiş algısı oluşturmak olduğunu unutmamalıyız.
Göbeklitepe gibi yerlerin farklı mecralarda tartışılmasını çok faydalı bulsam da yalan yanlış bilgiyle çıkar sağlayanları, kendi geçmişimiz hakkında bize yalan söyleyenler olarak görmek gerekir.
> Son olarak; Sizce Göbeklitepe insanlık tarihi için hangi sorulara yanıt verdi ve hangi yeni soruları ortaya çıkardı?
Göbeklitepe tarihöncesi ritüellerden, insanın çevresinden yararlanma biçimlerine, anıtsal mimariden, sembolik dünyalarını oluşturan hayvanlara kadar çok çeşitli veriye ulaşılan ve bunların etrafında şekillenen sayısız soruya yanıt veren bir yer oldu. Ancak sanırım en öğretici kısmı binlerce yıl öncesine ait avcı toplayıcıların ne denli karmaşık bir toplum yapısına sahip olduklarını ortaya koymasıydı. Göbeklitepe bu dönemde, çok geniş bir coğrafyada yaşayan, birbirleriyle yoğun iletişimi olan, hem teknolojik hem de sembolik anlamda gelişkin ve güçlü unsurlara sahip toplumları iyi bir şekilde yansıtıyor. Olasılıkla ortak geçmişten kaynaklanan güçlü bir sosyal ağa sahiplerdi. Bu da zihinlerimize kazınmış olan basitten karmaşığa, ilkelden uygara dönüşümü varsayan yaklaşımları çok net bir şekilde yanlışladı.
Haliyle çok sayıda yeni soruyu da gündeme getirdi. Bunların sadece birkaçını öne çıkaracak olursak; çok sayıda insanın birlikte yaşamaya başlamasının sonuçları, özel yapılar, organize edilmiş bir iş bölümü, bunu düzenleyen ve alınan kararları uygulayan toplumsal iradenin nasıl gerçekleştiği; yaklaşık 2 bin yıl devam eden bu sürecin nasıl sonladığı ve sonraki zamanları nasıl etkilediği ilk akla gelenler. Son avcı ve toplayıcıların yaşamlarına dair bilinmeyenler şimdilik daha fazla gözükse de bölgedeki arkeolojik araştırmaların sayısının artması umut verici.
www.gazeteduvar.com.tr-www.arkeolojikhaber.com
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >