Blog

Kas2

Süpürge, Kazan ve Sivri Şapka Nasıl Cadı Ekipmanı Oldu?

Kategori: Arkeoloji ve Sanat Haberleri  |  Yorum: 0 yorum

etiketler  BüyüCadıCadılar BayramıİksirKorkuŞeytan



Süpürge, Kazan ve Sivri Şapka Nasıl Cadı Ekipmanı Oldu?

Cadı-kazan bağlantısının 1400’lerin sonlarına doğru başladığı düşünülüyor.

 

Begüm Bozoğlu - www.arkeofili.com

 

Avrupa’daki insanlar büyüye ve doğaüstü olaylara inanıyorlardı ve olumsuz olaylar için sözde cadıları sorumlu tutabiliyorlardı.

 

 

Ortaçağ yayınlarındaki cadı tasvirleri, halkın hayal gücünde süpürge-cadı bağlantısının güçlenmesine yardımcı oldu. (C: Unsplash/Ksenia Yakovleva)

Cadı olmanın ne anlama geldiğini hiç düşündünüz mü? Cadı olmak, yalnızca siyah bir kıyafet giyip uzun, sivri bir şapka takarak süpürgeye binmenin ötesinde bir anlam taşıyor. Bu kimlik, siğilli yaşlı kadın ya da güzelliğiyle baş döndüren bir figür olmanın da ötesinde. Amerikan popüler kültürünün bu arketipinin ardındaki tarih, erken modern dönemin cadı avlarının etkisinin nasıl bugüne kadar sürdüğünü ve cadılara olan bitmeyen ilgimizi anlamamıza ışık tutabilir.

Peki kazanlar, sivri şapkalar, süpürgeler ve kara kediler nasıl bu işin vazgeçilmezleri haline geldi?

Kazanlar

Gece yarısının derin karanlığı kadar siyah. İçine kertenkele gözü gibi korkutucu isimlere sahip pek çok malzemeyi alacak kadar büyük. Ne kadar devasa ve ağır olsa da, içindeki karışımlar öyle güçlü ki taşarak fokurdayıp duruyor. Bu ikonik bir cadı kazanı tarifi gibi görünüyor.

Cadıların büyü ve iksir hazırlamak için bir kazana sahip olması neredeyse şart gibi görünüyor. Ancak tarihsel olarak, kazanlar aslında günlük yaşamın daha sıradan bir parçasıydı. Her mutfakta ateşin üzerinde asılı durur, “evin hanımı” tarafından yemek yapmak için kullanılırdı. Ancak ilginçtir ki, kazanların ürkütücü görülmesinin nedeni belki de bu olabilir. Northwestern Üniversitesi’nden tarihçi Haley Bowen’a göre, “Cadılık, bu kadar kesin bir şekilde cinsiyetlendirildiğinde, annelik, cinsellik ve yiyecekle ilgili kaygıları temsil eder.”


Martin le Franc’ın on beşinci yüzyıl tarihli “Le Champion des Dames” adlı eserinde resmedilen süpürgeyle uçan cadı figürü. (C: Bibliothèque nationale de France. Département des Manuscrits. Français 12476)

Cadı-kazan bağlantısının 1400’lerin sonlarına doğru başladığı düşünülüyor. 1489’da Alman hukukçu Ulrich Molitor, ilk resimli cadılık kitabı olan De Lamiis et Phitonicis Mulieribus‘u (Cadılar ve Kadın Falcılar) yayımladı. Bu, yıllar önce Alman rahip Johann Sprenger ve Avusturyalı rahip ve engizitör Heinrich Kramer’in yayımladığı cadı karşıtı Malleus Maleficarum’a (Cadıların Çekici) bir yanıt niteliğindeydi.

Kramer’e göre, cadılık tüm sapkınlıklar arasında en kötüsüydü; çünkü bedenin ve ruhun kötülüğe adanmasını, Hıristiyanlıktan vazgeçmeyi ve vaftiz edilmemiş bebeklerin Şeytan’a kurban edilmesini gerektiriyordu. Molitor’un kitabında ise bu tür algılara karşı koymayı ve cadıların nasıl göründüğü ve davrandığıyla ilgili popüler fikirleri çürütmeyi amaçlayan bir dizi gravür yer alıyordu. Ancak, insanların görüntüleri tekrar tekrar görmesini sağlayan yeniden basımlar ve yaygın dağıtım sayesinde, görseller fikirleri zayıflatmak yerine sağlamlaştırdı.

Bu görüntülerden biri, bir kazan başındaki iki cadıyı tasvir ediyordu. Bowen, “Cadının imajı hayal gücümüzde öyle sağlam bir şekilde yer etmiş ki… Bu ikonografinin gücü, büyük ölçüde matbaanın yaratılmasından hemen sonra bu şekilde sabitleşmesinden kaynaklanıyor,” diye belirtiyor.

16. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, Katolikler ve Protestanlar cadıların Şeytan ile anlaşmalar yaparak güç kazandıklarına inanıyordu. Bu güçlerden biri de kazanlarda büyülü iksirler hazırlama yeteneğiydi. Böylece bir kazan etrafında toplanmış kadınlar görüntüsü, cadılıkla eşanlamlı hale geldi. Bu kazan klişesi o kadar yaygın ve etkiliydi ki, Shakespeare’in cadılardan çok korkan Kral I. James’in gözüne girmek için yaptığı çağdaş çabalara sızmıştı. Cadı ve kazan ilişkisinin en ikonik bağlantısı, muhtemelen Shakespeare’in 1606 tarihli oyunu Macbeth’in 4. Perde 1. Sahne’sinde, ürkütücü üç kadının sisli bataklıklarda şunları fısıldadığı sahnedir: “Katmerlen dert, üzüntü, katmerlen! Ateş yan! Kazan fıkırda!”

Sivri Şapkalar, Siğiller ve Daha Fazlası

Özellikle 31 Ekim civarında Salem’e doğru ilerleyen herhangi bir banliyö trenine bindiğinizde, kendinizi tartışmasız dünyanın en ünlü “cadı kasabasına” saygı duruşunda bulunmak için yola çıkmış sivri şapkalı bir kalabalığın ortasında bulabilirsiniz.

Peki bu sivri şapkaların hikayesi nerede başlıyor? Bu sorunun yanıtını vermek oldukça zor.

Johns Hopkins Üniversitesi’nden profesör Walter Stephens, cadıların siyah giymesinin sebebinin gecenin ve korkunun rengi olması olduğunu söylüyor. Pratikte, siyah aynı zamanda o dönemlerde kolay bulunabilen ve ekonomik bir giyim rengiydi. Ancak sivri uçlu ve büyük olmalarının nedenine gelindiğinde, işler daha da çetrefilli hale geliyor. Tarih, baş döndürücü sayıda olası kaynakla dolu. Stephens, bu şapkaların aykırı kişilere zorla giydirilen “ahmak şapkaları”ndan veya muhtemelen 17. yüzyıl Püritenlerinin hacı stili başlıklarından türetilmiş olabileceğini söylüyor. Ayrıca, geniş kenarlı siyah konik şapkalar, 1600’lerde “Quakerizm” adı verilen ve Püritenlerin şeytani işler ve büyücülükle ilişkilendirdiği yeni bir Protestan mezhebi üyeleri arasında günlük giyimdi.

Bunun dışında, kırsala kadar ulaşan bir trend olan ve peçeli ve konik şekilli bir başlık olan uzun, sivri “hennin”ler, ortaçağ soylu kadınları arasında da popüler bir moda akımıydı. Bazı tarihçiler sivri uçlu siyah şapkanın, İngiltere’nin bira ticaretine hakim olan (ve toplumun dış kesimlerinde yer alan) ortaçağ bira üreticisi kadınların pazarda görünmelerine yardımcı olmak için giydiği benzer başlıklardan türediğini düşünüyor.

Bazı teoriler daha karanlık bir köken sunuyor ve fenomeni anti-Semitik önyargılarla ilişkilendiriyor. Bazıları, sivri şapkanın 13. yüzyılda Orta Çağ Avrupası’ndaki Yahudilerin kendilerini tanımlamaları için zorunlu olarak taktığı Judenhut adlı konik şapkadan türemiş olabileceğini öne sürüyor. 1431 tarihli bir Macar yasası, cadılık suçu işleyenlerin “sivri Yahudi şapkaları” giymelerini zorunlu kılıyordu. Klişe gaga burun da Yahudi stereotipleriyle ilişkili olabilir. Bazı akademisyenler bunun, Ortaçağ boyunca çeşitli zamanlarda “cadılar” gibi zulüm gören Yahudileri tasvir etmek için sıklıkla kullanılan kemerli burun karikatürlerinden kaynaklanmış olabileceğini düşünüyor.

Peki ya cadıların siğilleri olduğu inancına ne demeli? Bazı tarihçilere göre “cadı işareti” denilen bu özellik, bir cadının yoldaş hayvanlarını (yanında gezdirdiği hayvan dostlarını) emzirmek için kullandığı özel bir emziğe atıfta bulunuyor.

Kara kediler, örümcekler ve kurbağalar

Britanya Adaları ve Avrupa’daki insanlar cadılığa ve doğaüstü olaylara inanıyorlardı ve zorlu zamanlarda olumsuz olaylar için sözde cadıları sorumlu tutabiliyorlardı. Mahsul mü verimsiz? Hayvanlar mı hastalanıyor? Bu tür talihsizlikler bir cadının kötü büyüsünden kaynaklanıyor olabilirdi. Cadı avları ve cadılık suçlamaları 15. yüzyılın başlarında başladı ve sonraki 300 yıl boyunca devam etti. 17. yüzyılda cadılıkla ilgili batıl inançlar arttı; popüler ve entelektüel inanışa göre, şeytan ve onun hizmetkarları ülkede dolaşıyordu. Yalnızca 1400-1750 yılları arasında anakara Avrupa’da ve Britanya Adaları’nda, 50.000 ila 100.000 masum insan cadı ilan edildi ve yakılarak veya asılarak öldürüldü.

Bir cadı, şeytanla anlaşma yaptıktan sonra, halk arasındaki yaygın inanışa göre, şeytan ona her türlü büyülü güce sahip bir hayvan yardımcı hediye ederdi. Bunlara bazen cin de denirdi. Cadı, başka bir cadıdan miras kalan bir yardımcı da alabilir, hatta bazen diğer cadılarla ortak kullanabilirdi. Günümüzde bu yardımcıların en bilineni kara kediler olsa da, bunlar kurbağalar, sıçanlar, fareler, baykuşlar, köpekler, kuşlar, keçiler ve hatta örümcekler, sinekler veya salyangozlar da olabilirlerdi.


Erken modern Britanya Adaları’nda yaygın inanışa göre şeytan bir cadıya siyah kedi gibi her türlü büyülü güce sahip bir yardımcı hediye ederdi. (C: Unsplash/Hannah Troupe)

Cadının Şeytan’ın emirlerini yerine getirdiği söylendiği gibi, yardımcı hayvanlar da cadının emirlerini yerine getirirdi. Haberci, yardımcı hatta bazen casus olarak hizmet edebilirlerdi. İngiltere’nin kendi kendini atayan “cadı avcısı generali” Matthew Hopkins’in kayıtlarına göre, birçoğunun akılda kalıcı isimleri olduğu biliniyordu: bu isimler arasında “Pyewacket”, “Peck in the Crown”, “Griezel Greedigut” ve “Vinegar Tom” gibi örnekler bulunuyordu.

Yardımcı hayvanlar cadı mahkemelerinde sıkça adı geçen kanıtlardandı ve bir zanlının kara büyü yaptığına dair en belirgin işaretlerden biri olarak kabul edilirlerdi. Örneğin, 1566 yılında, İngiltere’nin Hatfield Peverel köyünden dul bir kadın olan Agnes Waterhouse, insanları öldürmek veya yaralamak için kullandığı “Şeytan” adında bir kedisi olduğunu itiraf etti. 1645 yılında Hellen Clark, duruşmasında şeytanın Elimanzer adını verdiği beyaz bir köpek olarak evine geldiğini itiraf etti. Margaret ve Phillipa Flower kardeşlerin Beresford’daki yargılanmasında ise kedileri Rutterkin’i beslemeleri bile delil olarak sayılmaya yetiyordu.

Bu karşılıklı yarar sağlayan bir ilişkiydi: Cadılar, kötülüklerinde bir yoldaş ve yardımcı kazanırken, yoldaş hayvanlar da yaşayacak bir yer ve bolca yiyecek elde ediyorlardı. Bazıları ekmek ve süt gibi insan yiyecekleriyle beslenirdi. Ancak çoğu, doğrudan cadının kendilerini emzirmesi eğilimindeydi. Emzirme kaynaklarına gelince, parmaklar, benler veya siğiller yeterli olabiliyordu.

Ancak, 16. ve 17. yüzyıllarda İngiltere ve İskoçya’daki yargılamalarda, bir cadının gerçekten cadı olduğunu kanıtlamak için, yalnızca cadı yardımcısı hayvanların kullanımına yönelik olduğuna inanılan üçüncü bir memenin varlığı sıklıkla delil olarak kullanılıyordu. (Bazen küçük bir hayvanın varlığı bile birini suçlu ilan etmek için yeterliydi.)

Bazen bir hayvanın gerçekten bir yardımcı mı yoksa şekil değiştiren cadının kendisi mi olduğunu anlamak zordu; bu, kara kediler gibi kötü şöhretli hayvanlara dair yaygın inanışlarda görülebiliyordu. Kara kedilerin köken hikayesi çok eskilere dayanıyor. Cadılık tanrıçası Hekate’nin evcil bir kara kedisi olduğu söylenirdi. Kara kediler, 13. yüzyılda kilisenin Vox in Rama adlı resmi çağrısında Şeytan’ın bir enkarnasyonu olarak ilan edildi.

1486’da yazılan Malleus Maleficarum, kediler hakkında “Kutsal metinlerde, birbirlerine sürekli tuzak kurmaları nedeniyle hainlerin uygun bir sembolü olarak gösterilir” diye belirterek, kara kedilerle cadıları birbirine daha açık bir şekilde bağladı: “Şimdi bununla ilgili olarak, şeytanların cadıların varlığı olmadan varsayılan şekillerde mi göründüğü, yoksa cadıların gerçekten orada olup da bir tür büyüyle o canavarların şekillerine mi dönüştürüldüğü sorulabilir.” Ancak bazı tarihçiler, kara kedi-cadı bağlantısının daha pratik ve sıradan bir kökeni olduğunu ileri sürüyorlar: Gecenin karanlığında kara kediler etkili birer avcı olurlardı.

Süpürgeler

Bu çok büyük bir yanlış anlama. Cadılar aslında süpürgelerle uçmazlardı. Bu yanlış ilişkilendirmenin kaynağı, süpürgelerin yalnızca kadınlar tarafından temizlik için kullanılması gerçeği kadar sıradan olabilir. Ya da ticari bir işaret olabilir. Bir kapının önüne dayalı bir süpürge, Orta Çağ’da bira satan kadınların içeride içki satışı yapıldığına dair bıraktıkları bir işaretti.

Yine de süpürgeler, cadıların emrindeki tek uçuş aracı olarak görülmüyordu. Şeytanı temsil eden keçi gibi hayvanlar, karıştırma çubukları ve diğer ahşap nesnelerin de bu işin içinde olduğu düşünülüyordu. Tarihçi Julian Goodare, 2019 yılında National Geographic’e, Margaret Watson’ın 1644’teki duruşmasında şu şaşırtıcı ayrıntıların kaydedildiğini belirtiyor: “İtiraf ettin ki… Mallie Paterson bir kediye, Janet Lockie bir horoza, teyzen Margaret Watson bir alıç ağacına, sen bir saman demetine, Jean Lachlan ise bir mürver ağacına bindiniz.”

Cadıların uçtuklarına dair popüler hayallerden ilham alan Avrupalı sanatçıların eserleri kamuoyu algısını da etkiledi. Molitor’un 15. yüzyılın sonlarında yayımlanan De Lamiis et Phitonicis Mulieribus (Cadılar ve Kadın Falcılar) adlı eseri, muhtemelen üç şekil değiştiren cadının bir dirgen üzerinde uçarken ve bir erkek cadının bir kurda binerken resmedildiği görselleri içermesiyle cadıların uçuşunu kolektif hafızaya kazıyan ilk eserdi.

Albrecht Dürer’in 1500’lü yıllara ait “Witch Riding Backwards on a Goat” (Keçi Üzerinde Geriye Doğru Giden Cadı) adlı tablosu, cadı ve keçinin zıt yönlere bakmasını sağlayarak şeylerin doğal düzeninin altüst edilmesini tasvir ediyor. Francisco Goya’nın “Los Caprichos” (Kaprisler) baskı dizisinin 68. levhası, buruşuk yüzlü yaşlı bir cadıyı çekici görünümlü genç bir cadıya süpürgeyle nasıl uçulacağını öğretirken tasvir eder.

Ancak, dünyaya tartışmasız bir şekilde süpürgeyle uçma olgusunun en ikonik görüntüsünü kazandıran büyük ihtimalle sinemaydı: Oz Büyücüsü’ndeki Batı’nın Kötü Cadısı, süpürgesinden çıkan siyah dumanla gökyüzüne “Teslim Ol Dorothy” yazıyordu. Bu kadar kötü birinin uçma gücünden kim şüphe edebilirdi?


National Geographic. 25 Ekim 2024.

 

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için