Blog
Tarihe Göre Demokrasinin Temel Taşı, Bürokrasi ve Vergi
Tarihe Göre Demokrasinin Temel Taşı, Bürokrasi ve Vergi
Modernite öncesi 30 toplumun istatistiksel analizi, ekonomik sistemler ile demokrasiyi birbirine bağlıyor ve bugün için içgörü sağlıyor.
Günümüzde medya, demokrasinin düşüş yaşadığına dair hikayelerle dolu. Myanmar’daki yeni darbe, Hindistan’da Narendra Modi’nin güçlenmesi ve elbette ABD’nin eski başkanı Donald Trump’ın seçim sonuçlarını geçersiz kılma girişimleri: Dünya genelinde demokrasinin mevcut durumu için alarm zillerinin çalmasına neden oluyor. İnsanlardan çıkan farklı seslere karşı bu tür tehditler, genellikle liderlerin kişisel aşırılıkları ile ilişkilendirilirler.
Ancak liderlik hala önemli. Son on yılda Türkiye ve Venezuela’daki gibi yerleşmiş demokrasiler gerilerken, diğer bazıları da daha otoriter hale geldi. Bu durumda siyaset bilimciler ve uzmanlar şu önemli noktayı büyük ölçüde gözden kaçırdı: hükümetler nasıl finanse edilir?
Current Anthropology dergisinde yayınlanan yeni bir çalışmada, bir grup antropolog, modern dönem öncesi 30 topluluğun verilerini birleştirdiler ve iyi bir yönetimin özelliklerinin ve devamlılığının nicel bir analizini gerçekleştirdiler: yani yurttaşların söylediklerine karşı anlayış, mal ve hizmetlerin sağlanması ve güç ile zenginliğin sınırlandırılması. Sonuçlar, geniş, eşitlikçi, iyi yönetilen bir vergi sistemine ve işleyen bürokrasilere dayanan toplumların, istatistiksel olarak, kamu girdisine daha açık ve halkın refahına daha duyarlı siyasi kurumlara sahip olma olasılığının daha yüksek olduğunu gösterdi.
Bir yüzyıldan daha uzun bir süredir kabul edilen anlayışta demokrasinin açıklaması, onu tuhaf bir şekilde modern bir olgu olarak görür ve durağan ile otoriter olarak görülen eski tarımsal/kırsal yönetim ile birlikte Avrupalı ulusların ticari huzursuzluklarından doğan tamamen Batılı bir fenomen olarak kabul eder. Ancak, demokrasinin güncel gerileme bunalımları, antropologların ve politika tarihçilerinin temel özelliklere daha derinden bakmasına sebep oldu.
Çalışmanın baş yazarı ve Purdue Üniversitesi’nden emekli Profesör Richard Blanton: “Bugün gördüğümüz pek çok demokratik ülkedeki çöküşün üstesinden gelmek zor. Bir anlamda bu, her demokrasinin kalbinde bulunan temel bir gerilimdir: bireysel çıkarlar ile topluluğun çıkarları arasındaki mücadele. Yozlaşma gücünün potansiyeli göz önüne alındığında hem liderleri hem de vatandaşları daha eşitlikçi sistemleri sürdürmeye motive eden faktörleri belirlemek istedik. Arkeologlar olarak biliyoruz ki geçmişimiz bugünlerimiz için derslerle dolu.” diyor.
İnceleme için seçilen örnek olaylar insanlık tarihinin binlerce yılını kaplıyor ve Venedik Cumhuriyeti’nden (1290 – 1600) erken-orta Ming Hanedanlığı’nın başlarına (15. yüzyıl) Batı Afrika’daki Asante Krallığı’na (1800 – 1873) kadar tüm dünyayı kapsıyor. Ancak coğrafi, kültürel, tarihsel ve sosyal bağlamların büyük çeşitliliğine rağmen, üç ölçüm arasında pozitif bir korelasyon vardı.
Kabiliyetli bürokrasi, kamusal hizmetler ve yöneticiler üzerindeki sınırlamalar, göreceli olarak iyi yönetimlerde görülme eğilimdeyken, daha otokratik yönetimlerde bunlar bulunmuyordu.
Blanton’un söylediği üzere: “İyi hükümetler dediğimiz şey yaygın olmasa da -örneklerin yalnızca yüzde 27’si nispeten yüksek puanlarla ilişkili- Batı tarihi ve etkisinden çok daha önce küresel ve tarih boyunca süren bir sosyal süreç söz konusu.” Bu beklenmedik sonuç, yazarların demokrasiyi şekillendiren daha geniş ve nedensel faktörleri yeniden gözden geçirmelerine yol açtı.
Bugün bizler demokrasileri seçimler ile özdeşleştirmekteyiz ancak seçimli demokrasiler oldukça yeni bir olgu. Ancak bu uygulama vatandaşların seslerini duymalarının tek yolu değil ve seçimler tek başlarına kamunun sesinin hükümette bulunması ya da liderlerin kişisel güçlerinin kontrol edilebilmesi için yeterli değildir.
Feinman: “Demokrasilerin temel unsuru seçimlerin kendisi değil, daha ziyade hukukun üstünlüğü, resmi gücün kontrolü ve dengesi ile yönetenin iradesi değerlendirmek için kullanılan araçlar gibi özelliklerdir.” diyor.
Araştırmacılar ekonomik durumunun kilit nokta olduğunu ileri sürüyor. Kanıtlar ezici bir çoğunlukla, otoriter rejimlerin hem kişisel hem de siyasi kazançları için bir ulusun zenginliği üzerinde geniş takdir yetkisine sahip olduğunu gösteriyor.
Çalışmadaki daha otoriter yönetimlerde, kendisine hizmet eden liderler için daha az kısıtlama var ve kamu imkanlarını adil dağıtmak ya da hükümetin yönetimini takip etmek için daha az daha az teşvik var. Feinman bu durum hakkında şöyle diyor: “Robin Hood efsanesinin 14. yüzyıl İngiltere’sinde ortaya çıkması bir tesadüf değil. Kodlarımız, serveti şahsi kasalara yönlendiren kötü tasarlanmış ve baskıcı vergi politikaları belirledi.” Aksine, istatistiki modelin gösterdiği üzere daha demokratik sistemler, hükümetler tarafından sorumluluk ile yönetilen geniş kapsamlı vergi gelirleri ile belirleniyor. Kısacası, vergi mükellefleri eğer yönetenler onların beklentilerine yanıt veriyorsa boyun eğme eğilimdedirler ve devlet yetkilileri, gelirleri şahsi çıkarları için değil kamu yararı adına kullanmak için teşvik edilmişlerdir.
Feinman’ın görüşüne göre: Birleşik Devletlerde, bu gerçekler devlet kurulurken kabul edilmiştir ve bu durum demokrasilerinin uzun ömürlü olmasına katkı bulunmuştur. “James Madison, Anayasa’ya denge ve düzen mekanizmalarını koydu çünkü Kurucu Babalar bunun yalnızca liderlerin şahsi erdemleri ile sağlanamayacağını biliyorlardı. Konfederasyon Maddelerinin Anayasa’ya dönüştürülmesindeki en önemli değişikliklerden biri, federal hükümete fon toplamak için daha güçlü bir temel sağlamasıydı.”
Bu aynı zamanda ister erdemli ister bencil olsun, liderlerin hükümetin ekonomik temellerinden, kamusal mal / hizmetlerin sağlanmasından ve her ikisi için de ihtiyaç duyulan bürokratik kurumlardan daha az önemli olduğunu vurguluyor. Feinman: “Saddam Hüseyin’in ardından Irak’a bakın. Siz oylama sistemine ve gücü paylaştıran anlaşmalara sahip olabilirsiniz ancak adil bir finansman ve tedarik aracı olmadan liderlerin ne kadar değiştiğinin bir önemi yoktur. Sistem sekteye uğrar.” diyor.
Benzer şekilde ABD ve yurtdışındaki insanların çoğu Donald Trump’ı Amerikan demokrasisine ve yönetimine bir tehdit olarak görse de, vergi tabanında meydana gelen eşitsizlikler, emeğin değer kaybetmesi ve kamusal hizmetlerin ve bu yapının fonlanmasındaki eksiklikler ile birlikte bu tehditlerin oraya çıkması kırk yıl sürdü. Feinman’ın eklediği üzere: “Köktenci pazar anlayışı Başkan Reagan, Fed Başkanı Alan Greenspan ve Başbakan Margaret Thatcher ile birlikte 1980’lerde ortaya çıktı ve insanları hiçbir kısıtlama veya düzenleme olmaksızın finansal çıkar peşinde koşmaya teşvik etti. Zenginlik üzerindeki vergileri düşürmek ve yönetimi aç bırakmak demokrasimizi baltalamaktadır.”
Modern demokrasilerde olduğu gibi iyi yönetime sahip olmak ve bunu sürdürmek son derece zor ve kırılgandır. Zaman içinde, ne monarşiler ne de demokrasiler ne iyi yönetimi garanti ettiler ne de bu olasılığı dışladılar. Daha ziyade, ana nedensel faktör, yönetimin mali olarak finanse edilme şeklidir. Hepsinden önemlisi, bu makalede araştırmacılar politikanın ve ekonominin, yönetimin kalitesini anlamak için ayrılmaz bir unsur olduğunun altını çizmektedir. Bunu sadece bir ideoloji olarak değerlendiremeyiz. Daha ziyade, yönetimin uygulanmasına ve insanları nasıl etkilediğine bakmamız gerekir. Blanton: “Sağ ve sol görüşlü insanların onlarca yıldır tartıştığı gibi, bürokrasinin işlemesi ve geniş tabanı, adil vergilendirme iyi yönetimin önünde bir engel teşkil etmez. Daha ziyade, bizim tarihsel analizimiz tabureyi oluşturan ayakları gösteriyor.” diyor.
Günümüzdeki Amerika ve sendeleyen diğer demokrasileri için bunun anlamı: 40 yıl önce meydana gelen süreçlerin benzerlerinin yaşanıyor olması. Feinman, “1936 yılında Roosevelt’in söylediği üzere: Politik eşitlik, ekonomik eşitlik karşısında anlamsızdır. Ancak aslında, aşırı ekonomik adaletsizlik ve hükümeti finanse etmek için gereken kaynaklar üzerindeki tekelleşme siyasi eşitliği süründürülemez hale getirebilir.”
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >