Blog
2022 Temmuz Ayında Öne Çıkan 10 Arkeoloji Haberi
2022 yılının Temmuz ayında Türkiye’de ve dünyada öne çıkan arkeolojik keşifleri bu listede derledik.
www.arkeofili.com
10- İspanya’da, Avrupa’nın Bilinen En Eski İnsan Fosili Bulundu
Şimdiye kadar Avrupa’da bulunan en eski hominid fosili, 1,2 milyon yaşında olduğu belirlenen bir çene kemiğiydi.
Paleontologlar, kuzey İspanya’da keşfedilen bir çene kemiği parçasının, Avrupa’da bugüne kadar bulunmuş bilinen en eski insan atası fosili olabileceğini söylüyor. Araştırmacılar, 30 Haziran’da Atapuerca sıradağlarındaki bir arkeolojik alanda bulunan fosilin yaklaşık 1,4 milyon yaşında olduğunu söylüyor. Şu ana kadar Avrupa’da bulunan en eski hominid fosili, aynı bölgede 2007 yılında bulunan ve 1,2 milyon yaşında olduğu belirlenen bir çene kemiğiydi. Atapuerca, Avrupa’daki tarih öncesi insan iskanının en zengin kayıtlarından birine sahip.
9- Mısır’da Yabancı Birlik Komutanının Mezarı Bulundu
Arkeologlar Gize platosu yakınlarında, yabancı askerlerden oluşan taburları komuta eden Mısır yetkilisinin 2.500 yıllık mezarını ortaya çıkardı.
Wahbire-merry-Neith adlı eski Mısırlı yabancı asker komutanının keşfedilen mezarı. C: Ministry of Tourism & Antiquities
Bulgular, uzmanların eski Mısır’ın bir zamanlar düşündüklerinden çok daha küreselleştiği sonucuna varmasına yol açtı. Mezarın 26. hanedanın sonları ile 27. hanedanın başlarında, MÖ 500 civarında yaşayan Wahibre-merry-Neith’e ait olduğuna inanılıyor. Söz konusu mezar, Gize Piramitleri’nin yaklaşık 12 km güney doğusunda, Şubat ayında keşfedilen ve yine Wahibre-merry-Neith’e ait olan bir mumya deposunun çok yakınında bulundu. Doğal kayaya oyulmuş mezar, dar köprülerle ayrı bölümlere ayrılmıştı. 14 metrekare büyüklüğündeki ana çukuru yaklaşık 6 metre derinliğindeydi. Bununla birlikte, o zamandan beri eski mezarlık alanlarında gelenek olduğu gibi, ana çukurun ortasında Wahibre-merry-Neith’in gömüldüğü çift lahitlere giden daha küçük ve daha derin bir çukur vardı.
8- Halikarnassos’taki Lüks Villa, Geri Dönüştürülen Camla Döşenmiş
Hlaikarnassos’taki 1.700 yıllık lüks villa, hem 1856’da hem de 1990’larda kazılıp incelenmiş olsa da, hala ortaya çıkaracağı sırlar var.
Lüks villanın kazısı ve mozaik tabanları. C: University of Southern Denmark
Ekibin çalışması, mozaik tesseraların 19’unun arkeometrik analizi de dahil olmak üzere Heritage Science dergisinde yayımlandı. Tesseralar, Halikarnassos’ta (bugün Bodrum) bulunan geç antik çağdan kalma bir villanın kazılarında ortaya çıktı. Villa, iki avlunun etrafına yerleştirilmiş ve birçok odası mozaik tabanlarla süslenmişti. Geometrik desenlerin yanı sıra çeşitli mitolojik figürlerin motifleri ve Yunan mitolojisinden alınmış sahneler de vardı. Analiz için 19 mozaik tessera alındı. Bunlardan altı tanesinin muhtemelen geri dönüştürülmüş camdan yapıldığı anlaşıldı. Sadece yedi cam mozaik tesseradan tahminde bulunmak zor, ancak yeni sonuçlar geç antik çağdaki Anadolu resmine çok iyi uyuyor. Roma İmparatorluğu’nun gücü azaldıkça, ticaret yolları kapatıldı veya rotası değiştirildi, bu da muhtemelen Anadolu’da cam üretimi için hammaddeler de dahil olmak üzere birçok yerde mal sıkıntısına yol açtı.
7- İnsanlar, Peynir ve Soya Mikroplarını Evcilleştirmiş
Gıda üretiminde kullanılan bakteri ve mantarların genomları, ekinlerde ve çiftlik hayvanlarında da görülen evcilleştirme belirtileri taşıyor!
​
Zaman içinde, İsviçre’deki fotoğraftaki gibi peynir yapımcılarının çalışmaları bakterileri evcilleştirdi. C: Reuters
Mısır ve köpeğin ataları gibi, bu dönüşümleri sağlayan mantarlar ve bakteriler de insan kullanımı için değişti. Araştırmacıların bildirdiğine göre, bunların genomları, evcilleştirmenin klasik imzalarının çoğunu taşıyor! Normal anlamda mikroplar “yetiştirilemez”, çünkü bezelye veya domuzların aksine, istenen özelliklere sahip tek tek mikroplar seçilemez ve çiftleştirilemez. Ancak insanlar mikrop üretebilir ve amaçlarımıza en iyi hizmet eden çeşitleri seçebilir. Araştırmalar, binlerce yıl boyunca tekrarlanan sürecin, evcilleştirilmiş bitki ve hayvanlardakine benzer genetik işaretler bıraktığını gösteriyor: Mikroplar genlerini kaybetti, yeni türlere veya suşlara evrildi ve vahşi doğada gelişemez hale geldi.
6- Su Altındaki Amforalar, Roma’da Şarap Yapımını Aydınlatıyor
Şarap, Roma İmparatorluğu’nun tarihinde önemli bir rol oynarken, Roma İmparatorluğu da şarabın tarihinde önemli bir rol oynadı. Birçok Romalı, şarabın her gün içilmesi gerektiğine inanıyordu; bu durum bu içeceği “demokratik” hale getirdi.
Bir Antik Roma şarap dükkanının dışındaki duvar, dört farklı şarap çeşidini ve bunların fiyatlarını gösteriyor. C: Carole Raddato
Bilim insanları, İtalya’nın Roma’ya yaklaşık 90 km uzaklıktaki Lazio bölgesinde denizin dibinde korunan üç adet Roma amforasını (büyük şarap çömlekleri) inceledi.Polenlerin analizi, üzümlerin bölgedeki yabani bir tür olduğunu açığa çıkardı; bu, şarap üreticilerinin yerel bitkileri kullandığını gösteriyordu. Bu bilgiye rağmen üzüm asmalarının o dönemde evcilleştirilmiş olup olmadığı açık değil.Üzümler yerel olsa da amforaları mühürlemek için kullanılan çam katranı yerel değildi. Muhtemelen Calabria veya Sicilya’dan ithal edilmişti. Çam ağaçlarının reçinesini yavaş yavaş yakarak elde edilen doğal bir ahşap koruyucu olan çam katranı, çömlekleri su geçirmez hale getirmek için kullanılıyor ve muhtemelen şaraba biraz aroma katıyordu. Bu tekniğe başka arkeolojik alanlarda da rastlanmıştı.
5- Van’da Cengiz Han’ın Torununun Sarayı Keşfedildi
Arkeologlar, Cengiz Han’ın torunu Hülagü Han için inşa edilmiş görkemli bir sarayın kalıntılarının Van’da keşfedilmiş olabileceğini söylüyor.
Moğol hükümdarı Hülagü Han’ın Nasturi Hristiyan eşi Dokuz Hatun ile bir tablosu. C: Wikimedia Commons
Bununla birlikte, araştırmaya dahil olmayan araştırmacılar, yapının Cengiz Han’ın ailesine bağlanabilmesi için daha fazla bilgiye ihtiyaç olduğunu söyleyerek dikkatli olmaları çağrısında bulunuyor. Hülagu Han, MS 1217’den 1265’e kadar yaşayan ve Orta Doğu’da askeri seferlere liderlik eden bir Moğol lideriydi. 1258’de Bağdat’ın yağmalanmasıyla ve Bağdat’ın Büyük Kütüphanesi olarak da bilinen Beyt’ül Hikmet de dahil olmak üzere şehrin büyük bir kısmının yıkılmasına ve Bağdat’ın lideri Halife Al-Musta’sim Billah’ın idamına yol açmasıyla tanınıyordu.
4- Dudak Uçuğu, Doğu’nun Öpüşme Geleneğiyle Yaygınlaştı
Dudak uçukları, 5.000 yıl önce doğudan ithal edilen yeni bir kültürel uygulamanın ortaya çıkışıyla çakışmış olabilir: romantik öpüşme.
Eski uçuk DNA’sının örneklerinden biri, 14. yüzyılın sonlarında, korkunç diş apselerinden muzdarip olan Cambridge’deki Orta Çağ hastanesinin arazisine gömülmüş bir yetişkin erkekten geldi. C: Craig Cessford
Yaygın olarak dudak yaralarına neden olan ve şu anda dünya çapında yaklaşık 3,7 milyar insanı enfekte eden herpes virüsünün antik genomları ortaya çıkarıldı ve dizilendi. Son araştırmalar, bugün bildiğimiz yüz uçuklarının ardındaki HSV-1 virüsünün, yaklaşık 5.000 yıl önce, Avrasya’nın bozkır otlaklarından Avrupa’ya yapılan büyük Tunç Çağı göçlerinin ve buna bağlı bulaşma oranlarını artıran ilişkili nüfus patlamalarının ardından ortaya çıktığını gösteriyor. Çalışmanın yazarları, antik DNA’da tespit edilen yüzdeki uçukların Neolitik gelişiminin, doğudan ithal edilen yeni bir kültürel uygulamanın ortaya çıkışıyla çakışmış olabileceğini söylüyor: romantik ve cinsel öpüşme.
3- Irak’ta Uzun Zamandır Aranan Natounia Kenti Bulundu
Irak’ta, Part İmparatorluğu’nun bölgesel merkezlerinden biri olan Rabana-Merquly dağ kalesi, uzun zamandır aranan Natounia kenti olabilir.
Soldan Sağa: Merquly kaya kabartması, Rabana kaya kabartması ve Adiabene Kralı ʾtlw/Attalos’un Hatra heykeli. C: Rabana-Merquly Archaeological Project
Yeni araştırmalar, Irak’taki Rabana-Merquly kalesini, Part İmparatorluğu’nun bir vasal devleti ile ilişkilendirmek için kaya kabartmaları ve sikkelerden yararlanıyor. Kuzey Irak’ın dağlarında yer alan Rabana-Merquly kalesi, uzun süredir arkeologların kafasını kurcalıyor. Büyük ölçüde MÖ 1. yüzyılda inşa edilmiş ve yüzlerce yıldır aralıklı olarak iskan edilmiş olan site, kimliği bilinmeyen, süslü giyimli bir hükümdarın yükselen kaya kabartmalarına sahip. Antiquity dergisinde yayımlanan yeni bir araştırma, bu figürün güçlü Part İmparatorluğu’nun bir vasal devleti olan Adiabene’nin bir kralı olduğunu öne sürüyor. Eğer gerçekten öyleyse, kale, Adiabene hanedanının kurucusu Natounissar’ın adını taşıyan ve yalnızca MÖ 1. yüzyıl sikkelerinden oluşan bir koleksiyon aracılığıyla var olduğu bilinen, uzun süredir kayıp bir şehir olan Natounia (veya Natounissarokerta) olabilir.
2- Antik DNA, Yerli Amerikalıların Asya Köklerini Gösteriyor
Çin’de 14.000 yıllık bir kafatasının genetik analizi, kadının Doğu Asya’dan Kuzey Amerika’ya göç eden nüfusla akraba olduğunu gösteriyor.
Çin’in Kızıl Geyik Mağarası’nda bulunan eski bir kafatasının yandan görünümü. C: Xueping Ji
Araştırmacılar, ilk kez Güney Çin’deki Geç Pleistosen’den kalma antik insan fosillerinin genomunu başarılı bir şekilde dizilediler. Current Biology dergisinde yayımlanan veriler, gizemli hominin’in, Yerli Amerikalıların kökenine katkıda bulunmuş olabilecek, modern insanların soyu tükenmiş bir anasal (maternal) dalına ait olduğunu öne sürüyor. Araştırmacılar, “Antik DNA tekniği gerçekten güçlü bir araç. Kızıl Geyik Mağarası insanlarının, olağandışı morfolojik özelliklerine rağmen, Neandertaller veya Denisovalılar gibi arkaik bir tür değil, modern insanlar olduğunu oldukça kesin bir şekilde anlatıyor.” diyor.
1- Van’da Muhteşem Bir Urartu Yapı Grubu Bulundu
Van’ın Tuşba ilçesinde, kaçak kazılarla yerin 6-7 metre altında Urartu dönemine ait eşsiz bir yapı grubu bulundu.
Kaçak kazı sırasında açılan küçük girişten içeri giren uzmanlar, uzunlukları 10-15 metre arasında değişen koridorlarla birbirine bağlanmış, birçok odadan oluşan büyük bir anıtsal yapı grubuyla karşılaştı. 1,5 metre genişliğinde ve bir metre yükseklikte labirent şeklindeki duvarların bir kısmında üç sıra şeklinde insan ve hayvan figürleri ile çeşitli bezemeler olduğu belirlendi. Alanda Van Müzesi başkanlığında ve Prof. Dr. Mehmet Işıklı`nın bilimsel danışmanlığında kurtarma kazısı başlatıldı. “Duvarlarda kaçak kazı sonucu ortaya çıkarılan resimler var. Bunlar gerçekten özel ve ünik resimler, çünkü Urartu kültür ve arkeolojik dünyasında çok az örneği bulunuyor. Buradaki örnekler çok iyi korunmuş ve anıtsal bir mimarinin örnekleri olarak karşımızda duruyor. Bu nedenle biz arkeologlar heyecan içindeyiz.”
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >