Blog
Agatha Christiennin Arkeoloji Sevgisi Nil de Ölüm e nasıl yansıdı?
Arkeoloji Sanat Yayınları - Yaşar İliksiz - Tarihçi Eğitmen Yazar
Sinemalarda gösterime giren Nil'de Ölüm filminden dolayı gündemde olan yazar Agatha Christie, bu eseri arkeolog eşine Orta Doğu'daki arkeoloji kazılarda eşlik ettiği bir yolculuk esnasında bindiği gemiden aldığı ilhamla yazmıştı. Ama romanın arkeolojiyle ilgisi bu kadarla da sınırlı değildi
Agatha Christie'nin şu günlerde sinemalarda vizyona giren filme uyarlanan 1937 tarihli Nil'de Ölüm romanının sonlarına doğru; Dedektif Hercule Poirot, araştırmasını arkeolojik bir kazıya benzetiyor ve şöyle diyor: "Gerçeği görebilmemiz için gereksiz sorunları ortadan kaldırmak, yapmaya çalıştığım şey bu!"
Poirot'nun karşılaştırması yerindedir ve yaratıcısının genellikle göz ardı edilen arkeoloji ilgisini yansıtır.
Agatha Christie, çok satan bir yazar olarak gücünün zirvesindeyken, Suriye ve Irak'ta kazılara öncülük eden İngiliz arkeolog Max Mallowan'ın karısı olarak, sık sık kocasına Ortadoğu gezilerinde eşlik etti. Sabahlarını yazarak, öğleden sonralarını tarlada kazıları fotoğraflayarak, buluntuları koruyarak ve kataloglayarak geçirdi.
2001 yılında Christie ve arkeoloji üzerine bir serginin eş küratörlüğünü yapan Charlotte Trümpler' CNN'e verdiği demeçte; "Eserin metodik doğası, gizem romancısını cezbetti. Tabii ki bilmecelerden, küçük arkeolojik parçalardan büyülenmişti. İpuçlarını sabırla sonda bir araya getirmek onun bir hediyesiydi." demişti.
Agatha Christie: Gizemli Bir Hayat'ın kitabının yazarı Laura Thompson ise, muhteşem olarak tanımladığı ömür boyu öğrenme dürtüsüne sahip ünlü yazarın arkeolojik kazılara katılma fikrini kabul etmesini şöhretin baskısından bir kaçış olarak yorumluyor ve “Onun kazı seyahatleri esnasında 'Agatha Christie' olması gerekmiyordu. Yılın büyük bir bölümünü her şeyden uzakta geçirebiliyor ve sadece Bayan Mallowan olabiliyordu" diyor.
Christie'nin eski uygarlıklara olan hayranlığı, 1936 tarihli romanı Mezopotamya'da Cinayet gibi eserlerde kendini gösterir. Mısır'da geçen ve bir arkeoloğun karısının öldürülmesine odaklanan; 1945 tarihli eseri Nil'de Ölüm'de bu merak daha belirgin şekilde görülüyor.
Bu cuma vizyona giren Nil'de Ölüm filmi ünlü yazarın eserinin sinema uyarlaması. Balayı gezisi için Nil nehrini tercih eden yeni evli çiftten birinin öldürülmesini konu alan, Belçikalı dedektif Hercule Poirot rolünde aynı zamanda filmin yönetmeni olan Kenneth Branagh'ı, öldürülen zengin ve güzel kadın Linnet Ridgeway Doyle rolünde Gal Gadot'ı, Linnet'e nişanlısı ile evlendiği için kızgın olan arkadaşı Jacqueline de Bellafort rolünde Emma Mackey'i gördüğümüz filmde yazarın arkeoloji merakının nasıl perdeye yansıdığını görebilirsiniz.
Yazarın bu filmin uyarlandığı romanını doğuran koşullarının ayrıntılarını şöyle özetlemek mümkün:
Kariyeri boyunca 66 dedektif romanı, 14 kısa öykü koleksiyonu ve 20'den fazla oyun kaleme alan yazar Agatha Christie (kızlık soyadı Miller), Mısır'ı ilk kez 1910'da sosyetik bir genç kızken ziyaret etti. Agatha'nın ailesi o yıllarda ekonomik sıkıntı yaşıyordu ve tatil sezonunu, o zamanlar bir İngiliz kolonisi olan Mısır'da geçirmek diğer alternatiflerden daha ucuzdu. Agatha, Kahire'de geçirdiği günlerinde, diğer sosyetik genç kızlar gibi dans partileri, polo maçları ve alışveriş yapmak yerine, Mısır'ın arkeolojik harikalarını gezerek diğer Avrupalı gezginlerle sosyalleşmeyi seçti. Otobiyografisinde o günler için şunları yazıyordu: “Annem o günlerde beni yanına almadığı için çok mutluyum. Yaklaşık 20 yıl sonra Mısır'ın güzellikleri, Luksor ve Karnak harikalarıyla ünlenip karşıma çıktığında eğer fırsatım varken onları gözlerimle görüp, takdir etmiş olmasaydım, mahvolurdum. "
24 yaşında Archibald Christie ile evlenen Agatha Miller, Mısır'ın antik tarihini yazarlığının ilk yıllarında pek önemsemese de ilk romanı, Çölde Kar adlı romantik eserine mekan olarak Kahire'yi seçti ama o eseri yayınlatmadı.
İlk polisiye eseri Styles’daki Esrarengiz Olay'ı da (The Mysterious Affair at Styles ki Hercule Poirot’un doğduğu romandır) yayınevleri, yayınlamaya değer bulmadı. Bu esnada ilk çocuğu Rosalind’i doğuran yazar, annelik yapıp, yazarlık umudunu kaybeder gibi oldu. Ama pes etmeyerek yazılarını sürdürdü.
On yıl kadar sonra, 1923'te Christie, muhtemelen Howard Carter'ın Tutankhamun'un mezarını aynı yıl keşfetmesiyle ateşlenen "Mısır çılgınlığından" yararlanarak, Poirot'nun "Mısır Mezarının Serüveni" başlıklı kısa öyküsünü yayınladı.
Christie'nin Orta Doğu'ya ikinci ziyareti 1928 sonbaharında gerçekleşti. İlk kocası Archibald Christie'den yeni boşanmış olan yazar, ayrılığın ardından teselliyi Karayipler seyahati ile geçirmeyi planlıyordu, ancak arkadaşları yola çıkmadan iki gün önce onun fikrini değiştirmiş ve yeni bir mekan önermiştirler: Bağdat.
Christie, Irak başkenti Bağdat'a bir başka ünlü romanına ilham veren lüks bir tren olan Doğu Ekspresi ile gitti ve turistik yerleri gezdi. British Museum ve Pennsylvania Üniversitesi Müzesi Müdürü Leonard'ın eşi arkeolog Katharine Woolley Christie'nin arkadaşıydı ve onu İngiliz arkeolog Leonard Woolley'nin başkanlık ettiği Sümer şehri Ur'un kazı alanına götürdü.
Christie otobiyografisinde “Ur'a aşık oldum” diyerek şunları yazıyordu: “...Geçmişin cazibesi beni yakalamaya geldi. Altın parıltılı bir hançerin kumun içinden yavaşça çıktığını görmek romantikti. Topraktan çömlekleri ve nesneleri kaldırırken gösterdiği özen, bende arkeolog olma özlemi uyandırdı.”
Christie, Woolley'lerle olan dostluğu sayesinde 1930 kışında bir sonraki arkeolojik kazı sezonun açılışına davet edildi. Ur'a bir kum fırtınasının ortasında gelen yazar, arkeoloji ekibiyle yeniden bağlantı kurdu ve bir önceki kazı sezonuna hasta olduğu için katılamayan Leonard'ın asistanı 25 yaşındaki Mallowan ile tanıştı. Katharine, utangaç olduğu için hayranlığını dile getiremeyen Mallowan'ı, Christie'yi Irak'taki diğer antik kentleri gezdirmekle görevlendirdi. Bu gezi sırasında Christie, kızı Rosalind'in hastalandığı haberini alınca, Mallowan ona İngiltere'ye kadar eşlik etti.
1931 yılında ünlü arkeolog Max Mallowan ile evlenen Agatha Christie, evliliği boyunca pek çok arkeolojik kazıya iştirak etmiş; arkeologları ve bu mesleğin kendine has özelliklerini romanlarında ustaca kaleme almıştır.
1931'den itibaren Christie ve Mallowan, sonbahar ve ilkbaharı Orta Doğu'da, yazı İngiltere'de Rosalind ile ve yılın geri kalanını ya evde ya da seyahat ederek geçirerek yıllar boyunca büyük ölçüde aynı rutini izlediler.
Mallowan'ın çoğu Christie tarafından finanse edilen keşif gezileri sırasında, yazar kamp operasyonlarının sorumluluğunu üstlendi, malzemeleri denetledi ve yerel işçilerin yönetimini üstlendi. Alanında deneyim kazandıkça, kataloglama, resimleme ve eserlerin restorasyonu gibi projeler de üstlendi.
Bir keresinde, Christie kendine ait bir arkeolojik keşif bile yaptı: Nemrut'ta bulunan fildişi temizlemek için seyreltilmiş yüz kremi kullanmak. "Yüz kremimde öyle bir akma oldu ki, birkaç hafta sonra zavallı yaşlı yüzümde hiçbir şey kalmadı!" diyordu yazar notlarında.
1933'te Mısır'daki arkeolojik kazıya başka bir yoldan gitmeyi tercih eden Mallowan eşi ile birlikte S.S. Sudan adlı gemiye bindi. 1885'te Mısır'ın kraliyet ailesi için Nil Nehri gezisi amacıyla inşa edilmiş ve bir yolcu gemisine dönüştürülmüş olan gemi lüks gemi, ziyaretçileri Nil çağlayanları, Luksor ve Aswan'a götürdü. Christie'nin notlarına göre yolcuların çoğu, Mısır'ın “güneşli gökyüzünü ve mavi suyunu” evde kışın durgunluğuna tercih eden Avrupalı seçkinlerden oluşuyordu. Yazar hem seyahat arkadaşlarını hem de yolculuklarında gördüğü yerleri Karnak ve Ramses II'nin kayaya oyulmuş Abu Simbel tapınakları da dahil olmak üzere dikkatle not etti.
Bu notlar, Nil'de Ölüm romanına ilham verdi. Bu gemi Christie'nin kaldığı iddia edilen bir süitle birlikte lüks turist gemisi olarak bugün hâlâ faaliyettedir.
Nil'de Ölüm romanında, Nil gemisinin Abu Simbel'deki ilk duraklarından birinde, Linnet, üzerine düşmek üzere olan kaya parçasından kıl payı kurtuluyor ama kısa süre sonra Agatha Christie romanlarının klasik cinayetlerinde olduğu gibi meçhul bir saldırgan tarafından vurularak, öldürülmüş olarak bulunuyor.
Şüpheliler arasında Poirot'un "Sırıtık, rolünde neredeyse fazla kusursuz; tamamen arkeolog, insanlığı yetersiz” olarak tanımladığı İtalyan arkeolog Signor Guido Richetti (filmde Andy Garcia canlandırıyor) da vardır. Bir diğer şüpheli ise yazarın ilk kaleme aldığı yayınlanmayan eseri Çöldeki Kar'ın romantik kahramanı Salome Otterbourne'dir.
Yazar Laura Thompson'a göre Nil'deki Ölüm, Christie'nin diğer eserlerinin çoğundan daha fazla fiziksel tanım ve ayrıntı içeriyor: "Bu, alışılmadık bir şekilde doluluk hissi veren bir kitap, sembolizm, mekanın rezonansı, antik çağın mucizesi, hayatta kalma hissi... Ve bunlar yazarın genel karakterine uyuyor.
Metin Christie'nin Antik Mısır bilgisini gözler önüne seriyor
Thompson'un tezine göre; Christie, 1937'deki 18. Hanedan firavunu Akhenaten'in yaşamının dramatizasyonu olan Akhnaton oyunu için yaptığı araştırmaları aynı zamanlarda Nil'de Ölüm romanında da kullanmış.
Mısırbilimci Jun Yi Wong'un New Lines dergisine verdiği demece göre; Mısır bilimci Stephen Glanville'in önerisiyle yazılan senaryo diyaloglarının çoğu eski metinlerden uyarlanarak yazılmış ve Christie'nin konuyla ilgili derin bilgisini gözler önüne seriyor.
Agatha Christie'nin antik Mısır konusundaki bilgisi gerçekten derindi ve İngiliz tarihçi ve mısırbilimci Stephen Ranulph Kingdon Glanville'nin tavsiyesi ile 20. yüzyılda geçmeyen tek romanı "Ölüm Geliyor Son Olarak"ı yazmıştı.
Thompson, Mısır kültürüne dalmış Christie'nin "kitaplarında her zaman böyle olmayan bir şekilde kendi ortamında hayal gücünde kaybolmuş" olduğunu söylüyor.
1939'da II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesi, Christie ve Mallowan'ın Orta Doğu'ya yıllık ziyaretlerini askıya aldı.
Mallowan, Arapça bilgisini savaş çabalarını desteklemek için kullanarak Kahire'deki Hava Bakanlığı'nda bir görev üstlenirken, Christie İngiltere'de kaldı, bir hastane eczanesinde gönüllü olarak çalıştı.
Kocasından küçük bir haberle ayrıldı. Yazar daha sonra sahada geçirdikleri zamanları anlatan bir kitap yazarak “hayatımızı yeniden yaşamaya, hatırlama zevkini tatmaya” karar verdi. "Gel, Bana Nasıl Yaşadığını Anlat" başlıklı anı kitabı Kasım 1946'da yayınlandı ve çiftin Suriye ile Irak'taki kazı günlerini anlattı.
Gerek "Gel, Bana Nasıl Yaşadığını Anlat" gerek "Nil'de Ölüm" romanı ve gerekse Christie'nin kendi ifadesi ile "yurt dışı seyahati" romanları Oryantalist bakış ürünleridir. Yazarın Ortadoğu betimlemelerinde sömürgeci Batı “uygar”, egzotik Doğu "öteki"dir. Öyle ki yazar Nil'de Ölüm'ün başlarında roman kahramanı Poirot'a “bu ülkede beni kötü hissettiren bir şey var. İçinde kaynayan her şeyi yüzeye çıkarır. Her şey çok adaletsiz - çok adaletsiz." dedirtir.
Aynı zamanda, Christie'nin Batılı karakterleri, yazarın kendisi gibi, genellikle Doğu'yu eve dönüşteki günlük yaşamdan bir kaçış olarak görür.
Eleştirmen Grace Byron'a göre "asıl soru", hızla kimin kime ve nereye kaçtığına dönüşüyor!
Christie'nin oryantalist görüşlerini yansıtan yazıları, arkeolojiye ve antik geçmişe gerçek bir ilgiyi de yansıtıyor.
Thompson bu durumu şöyle açıklıyor: "Örneğin, sınırlı kanıtlara dayalı olarak bir kazı sırasında keşfedilen bir yapının tanımlamasını yapanlar gibi 'söylediklerinden son derece emin olan zeki adamlara' şüpheyle yaklaşıyordu. Bu da onun gerçeğin peşinden koşmasını sağlayan hakikate hayranlığından kaynaklanıyordu"
Thompson, "Christie için; gündelik hayatı ve sırdan insanların yaşamlarına dair fikirler sunan kasap, fırıncı, çiftçi ve sıradan alet yapımcısına ait sıradan aletler, hayvan kalıntıları, çömlek parçaları, kocası ve arkeolog meslektaşları tarafından ortaya çıkarılan görkemli kraliyet mezarları veya tapınak kalıntılarından daha ilgi çekiciydi. Romanlarında da sıradan olanın farkını yakalamak onun en büyük yeteneğiydi. " diyor.
Thompson'a göre "Nil'deki Ölüm'de işlenen cinayet planının gerçek hayatta gerçekleşmesi mümkün değil. Ama karakterler çok gerçekçi. İnsanların annesinin içki içtiğini ve aşk üçgenini bilmesini istemeyen o zavallı genç kız [Christie] nadiren gerçekçidir ama her zaman dürüsttür. Ve arkeoloji aynı şeydir. Geçmişin kalıntılarından gerçeğini bulmaya çalışıyorsunuz."
Meilan Solly - Smithsonian magazine
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >