Blog
Antik DNA: Geçmişin İncelenmesinde Güçlü bir Araç
Antik DNA: Geçmişin İncelenmesinde Güçlü bir Araç
Antik DNA, son zamanlarda bilim dünyasının gündeminden düşmüyor; peki neymiş bu Antik DNA?
DNA, geçtiğimiz yıllarda yalnızca küçük kitlelerce bilinen bir bilim olmanın ötesine geçip kimlik, kültür ve politikaya ilişkin günlük diyalogların merkezine yerleşti. Yaşanan gelişmeler bilim insanlarının arkeolojik alanlarda bulunan iskeletlerden antik DNA (aDNA) çıkarmasına imkân sağladıkça, bu yolla elde edilen bilgiler de geçmiş hakkındaki hikâyeleri yeniden şekillendirmeye devam ediyor.
Her antik gen dizilimi, bilim insanlarının antik dünyadaki insanların hareketi ve birbirleriyle etkileşimine dair yeni bilgiler elde etmesini sağlıyor. Bazı durumlarda bu bilgiler teorileri çürütmeye ve asırlardır devam eden tartışmalara son vermeye yardımcı oluyor.
Ancak aDNA “devrim”i genetik bilimciler, arkeolog ve diğerleri arasında araştırmanın nasıl yapıldığı hususunda kırılmalara da yol açabiliyor. aDNA projelerinde çalışanlar, söz konusu gerilime yakından şahit oluyor. Anlaşmazlığın çözümü ise insanlığın geçmişini daha iyi incelemek için bu disiplinlerin nasıl birlikte çalıştırılacağında yatıyor.
Antik DNA devriminin ardında ne var?
Antik DNA, sorulan sorulardan ziyade, araştırmanın şeklini değiştiriyor. Genetik bilimciler de geçmişteki değişimler ve modern dünyanın kökenlerini daha iyi kavramayı amaçlayarak arkeolog, antropolog ve dilbilimcilerin on yıllardır kafa yorduğu aynı sorunlar üzerinde çalışıyor.
Ancak genetik bilimciler, insanların geride bıraktıkları şeyler üzerine yoğunlaşmaktansa, insanların kendileriyle ilgileniyor. İskeletler genetik bilimcilere geçmişte yaşamış insanlarla doğrudan bağlantı kurma imkanı tanıyor. Biyolojik antropologlar uzun yıllardır, insanların kökeni ve yaşamları hakkında ipuçları edinmek için diş ve kemikleri inceliyordu. Şimdi ise genetik bilimciler DNA analizleriyle geçmişe dair yeni detaylar ve görüşler sunuyor.
aDNA’nın ardındaki bilim görece yeni. Tam olarak dizilenmiş ilk antik insan genomu yaklaşık 4.000 yıl önce Grönland’da yaşamış bir adama ait, detaylar ise 2010’da yayımlanmış. Bu tür araştırmalar, ilk başlarda, DNA moleküllerinin korunmuş olması daha muhtemel soğuk iklimlerde bulunan iskeletlerle sınırlıydı. Genomun en fazla bilgi sağlayacak kısımlarını hedef alan daha ucuz ve daha etkili laboratuvar yöntemlerinin kullanılmasıyla başarı oranları da istikrarlı bir şekilde arttı.
Bu alanda yaşanan en önemli dönüm noktalarından biri de sıcak iklimlerde bulunmuş kötü durumdaki iskeletlerde bile zengin bir aDNA kaynağı sunan, petröz adındaki kafatası parçasının keşfi oldu. aDNA araştırmalarının hızı ve boyutunda devasa bir artış sağlayan bu buluş yalnızca 2018’de binlerce insana ait genomun dizilenmesine ve tüm dünyada, müzelerdeki arkeolojik iskeletlere duyulan ilginin artmasına olanak tanıdı.
aDNA arkeolog ve genetik bilimcilerin, bir tarafın arkeolojik numune sağlayıp sorular sorduğu diğer tarafınsa laboratuvar işlemlerine ve finansmana yoğunlaştığı yeni işbirlikleri kurmasına da imkân tanıyor. Ancak, farklı eğitimlerden geçip farklı iş kültürleriyle yetişmiş bu bilim insanları araştırmanın tasarlanmasında, ilerleyişinde veya sonuçların yorumlanmasında her zaman aynı fikirde olmuyor. Ayrıca, kurum ve hükümetlerin aDNA’ya ilişkin sarih politikalarının bulunmayışı araştırma ekiplerini ve müze küratörlerini araştırma ve numunelendirme protokollerini vaka bazında değerlendirmeye itiyor. Bu durum arkeologların kaygı duymasına ve araştırmaların başlamadan bitmesine neden oluyor.
Tıpkı radyokarbon tarihlemenin 20. yüzyılda yaptığı gibi aDNA da arkeolojiyi kökten değiştirdi ve giderek yaygınlaşmaya da devam ediyor. Mevcut kaygıları kavramaksa şu an için bu bilimi herkesin fayda sağlayacağı şekilde ilerletmenin en iyi yolu.
aDNA’ya ilişkin eleştiriler, yorumlayıcı, etik ve sistematik olmak üzere üç kategori altında toplanıyor.
Antik DNA’nın anlattığı hikayeleri yorumlama
aDNA ile elde edilen sonuçların geçmişe dair soruların cevaplanmasında nasıl kullanıldığına ilişkin kaygılar bulunuyor. aDNA incelemelerinin birçoğu, zaman içerisindeki büyük demografik değişimleri inceleyen bir alt dal olan popülasyon genetiğiyle ilişkili.
Ancak, söz konusu değişimleri tanımlamak araştırmacıların bunların nedenini veya kültüre etkilerini belirlemesini sağlamıyor. Bazı eleştirmenler genetik bilimcilerin az sayıdaki iskelet numunesinden yola çıkarak göç ve nüfus değişimi hakkında yerel anlatılar ortaya attığını iddia ediyor. Diğerleriyse bu tür araştırmaların antik insanları çömlek üslubu gibi biyolojik ilişki yansıtabilecek veya yansıtamayacak kültürel deliller üzerinden isimlendirme ve gruplandırma üzerine kurulu olduğunu vurguluyor. Antik gen dizilimleri ayrıca, DNA numunelendirmesi sırasında dile, etnisiteye veya her ikisine göre gruplandırılmış yaşayan insanlardan alınan modern örneklerle de karşılaştırılıyor.
En nihayetinde, aDNA ile elde edilen sonuçların yorumlanmasında da kemik, çömlek ve aletlerin incelendiği diğer araştırmalar kadar arkeolojik varsayımlar bulunuyor. Ancak, aDNA’nın bilimsel aurası, bulguların medyaya daha objektif bir şekilde yansıtılması anlamına geliyor.
Etik zorunlulukları dengeleme
aDNA’ya ilişkin etik sorunlar hem ölüleri hem de yaşayanları etkiliyor. Dizilerin çıkarılması için arkeolojik insan kalıntılarının hususi steril koşullar altında işlenmesi gerekiyor. Vücudun petröz kemikler ve diş gibi bazı kısımları türümüzün evrimi ve tarihi hakkında son derece değerli bilgiler sağlıyor. Arkeolojik önem taşıyan kemikler sınırsız olmadığı için, birçok araştırmacı iskelet koleksiyonlarını korumak ve gelecekteki araştırmacıların bunlara erişimini güvence altına almak için yönetmeliklerin gerekliliğini vurguluyor.
Günümüz bilim insanlarının iskelet ve tarihi eserleri ait oldukları ülkelerden çıkarıp Avrupa ve Kuzey Amerika’ya gönderen geçmişteki sömürgeci uygulamalarla da savaşması gerekiyor. Bu durum, böylesi materyallerin konu alındığı araştırmalarda kimden izin alınması gerektiği sorusunu akıllara getiriyor.
aDNA bulguları, ataların yok edilmesinin ötesinde, yerli halk için de birtakım sorunlar teşkil ediyor. aDNA incelemelerinin birçoğu on yıllar önce gün yüzüne çıkarılmış iskeletler üzerine yoğunlaştığından, araştırmaların yalnızca birkaçında iskeletlerin ait olduğu bireylerin soyundan gelen gruplarla iletişime geçildiğinden bahsediliyor. aDNA incelemeleri bu topluluklar üzerinde olumsuz etkiler yaratabiliyor: araziler üzerindeki hak iddialarını ve yurda dönme çabalarını karmaşıklaştırabiliyor, sözlü tarihe zarar verebiliyor ve hastalığa genetik yatkınlık gibi lekeleyici bilgileri ortaya çıkarabiliyor. Diğer bir deyişle geçmişe dair bulgular günümüzde, nasıl alındıklarına ve işlendiklerine bağlı olarak politik sonuçlar doğurabiliyor.
Yeni bir bilim tasarlamak
Tüm bu kaygıların temelinde arkeogenetiğin ayrı bir alan olarak nasıl geliştiğine dair endişeler yatıyor. Geçtiğimiz tarihlerde popüler basında yayımlanmış bir makalede, bir avuç laboratuvarın numunelere erişimi tek eline aldığı belirtiliyor. Yazar olarak onların da adının geçmesi karşılığında kendi yorumlarını katmadan numune değiş tokuşu yapan arkeologlar korkak veya çaresiz olarak nitelendiriliyor. Ancak bu nitelendirme tüm arkeologları kapsamıyor zira aDNA projelerinde etkin pozisyonlarda çalışan çok sayıda arkeolog bulunuyor.
Numunelere erişim hususundaki rekabetin araştırmanın hızını etkilediği ve aDNA’ya ilişkin bazı sorunları alevlendirdiği doğru, ancak bu konuda yalnızca laboratuvarları suçlamak son derece yanlış. Üniversiteler, bilimsel dergiler, finansman sağlayan kuruluşlar ve medyadan oluşan tüm sistem yapılacak yeni bir keşfi ödüllendirmek için hazırda bekliyor. İlgiyi yalnızca kişilerin veya laboratuvarların üzerine çekmekse insanların sorunları ele alıp çözüm bulmadan aDNA araştırmalarından uzaklaşmasına ve ayrımların büyümesine sebep oluyor.
Antik DNA’nın geleceğini belirlemek
Neyse ki bu konuda olumsuzluklar kadar olumlu değişimler de .
İlk dalga aDNA çalışmalarına verilen tepkiler arkeolojik ve genetik verinin daha iyi bütünleştirilmesini ayrıca daha küçük ölçekli kültür ve nüfus değişimleri hakkında daha incelikli sorular sorulmasını gerektiriyor. Bu tür değişimlerin, araştırmaları yalnızca tek bir gen diziliminden yüzlerce insanın incelenmesine doğru ilerletmesi mümkün.
Katı standartlar genomik verinin kamuya sunulmasını zorunlu kılıyor böylelikle aDNA araştırmaları açık bilim hareketi için bir model haline geliyor. Bu durum, yerel tarih hakkında ince detaylı soruları ele alabilmek için zamanla daha fazla karşılaştırmalı verinin mevcut hale geleceğini gösteriyor. aDNA giderek karmaşıklaşan sorularla ilişkilendirildikçe, arkeologların da araştırmaların tasarlanmasında, yorumlanmasında ve çoklu delil türlerinin bütünleştirilmesinde daha eşit roller alması gerekiyor.
Alan ayrıca etik konularda da ilerleme kaydediyor. Dergilerde yayımlanan makalelerde etik hususunda açıklamalar bulunuyor. Müzeler kendi yönetmeliklerini oluşturuyor. Arkeologlarsa numunelendirme ve yerli paydaşlara danışma açısından en etkili uygulamaları belirlemek için adımlar atıyor.
İletişim ve işbirliği bu konuda çok fayda sağlıyor, ancak sitemin düzeltilmesi nihayetinde bu bilimin finanse edilişi ve ödüllendirilişinde bir değişime gidilmesini gerektiriyor. Vergi ödeyenler olarak bilimsel araştırmalara finansman sağlayan ve bulguları tüketen halk burada kilit bir rol oynuyor. Bilimsel açıdan eğitimli bir toplum, etik prensipleri karşılayan ve geçmişimiz hakkında anlamlı görüşler sunan çalışmalar talep ediyor. Bilim insanları ve halkın birlikte, aDNA çalışmalarının ne olacağını ve bunların ortak mirasımızı keşfetmede nasıl kullanılacağını belirlemesi mümkün.
Phys. Elizabeth Sawchuk ve Mary Prendergast. 11 Mart 2019.
www.arkeofili.com
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >