Blog

Mar6


Avrupa’daki En Önemli 10 Saray

Dönemlerini oldukça etkileyen bu yapıların, konumlarını, önemlerini ve etkilerini ayrıntılı bir şekilde aktarmaya çalıştık.

Behlül Ömer Bilen - www.artnokta.com

Saray ve saray mimarisi son zamanlarda yeniden popülerleşen bir konu haline geldi. Biz de bu yazımızda, Avrupa’da bulunan en önemli saray yapılarını sizler için sıralayıp bir liste haline getirdik. Dönemlerini oldukça etkileyen bu yapıların, konumlarını, önemlerini ve etkilerini ayrıntılı bir şekilde aktarmaya çalıştık.

1. Versay Sarayı

Versay, tarihi itibariyle Fransa’nın ve hatta Avrupa’nın en önemli yapılarından birisidir. Yapımına 1661 yılında başlanan bu devasa yapının asıl mimarı Fransa Kralı XIV. Louis’dir. Louis Versailles’e karşı tutkusunu başka hiçbir kişiye göstermemiştir. Bunun sebebi kendisi 1648 yılından sonra Fransa’nın Avrupa içerisindeki en büyük monarşi olması gerektiğini düşünmesinden dolayıdır. Louis için Versay sıradan bir saray değildi. Onun gözünde siyasetinin, sanatının ve Avrupa’nın kalbi konumundaydı.

Aslında Versay bölgenin de ismidir. Bunun sebebi inşa edildiği dönemde çevresinde bir kasaba oluşmasındandır.

İlk dönemlerinde bir av köşkü olarak kullanılan Versay Louis’in isteği doğrultusunda genişletilmiştir. Versay aynı zamanda ilk geniş bahçelere sahip saray olma özelliğine de sahiptir. Bu yüzden birçok Avrupa sarayının bahçesi Versay’dan örnek alınarak genişletilmiştir.

1789 yılında meydana ihtilal sonucunda monarşinin devrilmesine şahitlik eden Versay, yaklaşık bir buçuk yüzyıl boyunca bütün olayların merkezinde olmuştur. Marie Antoinette’in idama götürülmesi, 1871 yılında Almanların Paris’i ele geçirerek Versay içerisinde ilan ettikleri imparatorlukları, Birinci Dünya Savaşı sonucunda yine Almanya’nın yenilmesi ile imzalanan antlaşmasının isminin Versay olması son derece önemlidir.

2. Windsor Sarayı

Temellerinin Fatih William dönemine (1066-1087) kadar gittiği Windsor, dünya tarihinin ayakta kalan en eski kalelerinden birisi olma özelliğine sahiptir. İlk olarak savunma amaçlı kullanılmıştır ve günümüzdeki boyutlarına oranla oldukça küçük bir alana yayılmıştır. Dönem dönem kral ve kraliçelere ev sahipliği yapmış, bazen de hapishane olarak kullanılmıştır. Ancak Windsor’un bir saray olarak kullanılması ve genişletilmesi Kraliçe Victoria döneminde meydana gelmiştir.

Victoria’nın mahremiyeti olarak gördüğü bu saray 19. Yüzyıl’da meydana gelen Büyük Britanya İmparatorluğu’nun merkezi olmuştur. Kraliçe’nin Windsor’a bu kadar önem vermesinin sebebi hayatının büyük bir kısmını burada geçirmiş olmasıdır. Elbette çok sevdiği eşi Prens Albert ile burada tanışmış olmaları da onun için son derece önemlidir. Ancak Prens Albert hayata gözlerini yumduğu zaman Kraliçe, Windsor dışına çıkmamış ve kendisine ‘’Windsor Dulu’’ lakabı takılmıştır.

Windsor’un bir başka önemi ise bir hanedan ismi olmuş olmasıdır. Kraliçe Victoria’nın torunu olan V. George, I. Dünya Savaşı sırasında ülke içerisinde artan Alman karşıtlığının sonucunda hanedanlığın ismini Hannover olmaktan çıkartmış ve Windsor yapmıştır. Windsor’un en önemli özelliği, Versay’ın Avrupa içerisinde kurmuş olduğu despotik saray düzeninden bağımsız kalabilmiş olmasıdır.

3. Petergof Sarayı

İsmini Rusya’nın önemli isimlerinden Çar I. Petro’dan alan Peterof Sarayı ‘’Rusya’nın Versay’ı’’ olarak bilinmektedir. Bunun sebebi Avrupa’ya seyahatler eden Petro’nun Fransa’dan örnek alarak kılık kıyafeti değiştirmesi ve mimariyi ona göre şekillendirmesidir. Petro, St. Petersburg’un Batılılaşan Rusya için merkez olması ve bu merkezin Versay gibi güçlü bir saraya sahip olması gerektiğini düşünmüştür.

İlk çizimlerini bizzat Petro’nun kendisi yapmıştır ve 1714 yılında temelleri atılmıştır. Saray olmadan önce bir av köşkü olarak kullanılması ve monarşinin devrilmesine şahit olmuş olmasından ötürü, ‘Versay ile aynı kaderi paylaşmıştır.’ diyebiliriz.

Rusya’nın Çar ve Çariçelerine ev sahipliği yapan bu görkemli yapı sürekli olarak ayaklanmalara şahit olmuştur. Aynı zamanda batı tarzındaki Rus mimarisinin ilk örneklerindendir. Sarayın konumu Romanov Hanedanlığı’nın devrilmesinden sonra da korunmuştur. Ancak II. Dünya Savaşı sırasında sarayın kontrolü Almanları eline geçmiş ve geri çekilme esasında ateşe verilmiştir. Tekrardan restore edilen saray bütün güzelliği ile hala ayakta durmaktadır. En güzel yanı ise Rusya’yı gezen her turiste ‘başka bir Rusya’yı’ anlatıyor olmasıdır.

4. El Hamra Sarayı

Mimari yapısı bakımından birçok Avrupa sarayından farklı olan El Hamra Sarayı, Müslüman ve Hıristiyan mimarisinin en iç içe geçtiği saray olma özelliğine sahiptir. Bunun sebebi ilk zamanlarında küçük bir kaleyken Endülüs Müslümanları tarafından İslam mimarisine uygun bir saraya dönüştürülmesidir. 1333 yılında Gırnata Sultanı I. Yusuf tarafından saraya dönüştürülen bu yapı iki dinin ve toplumun mücadelesi arasında kalmıştır ve sürekli olarak şekil değiştirmiştir. 1492 yılında Gırnata’nın düşmesi ile Saray Hıristiyan, Gotik ve Rönesans mimarisine göre değiştirilmiştir.

Habsburg Hanedanlığı’nın etkisi ile değişen sarayın ilginçtir eski yapısının büyük bir kısmı korunmuştur. Ekleme yapılarak genişletilen sarayın içerisinde Rönesans dönemi saray avluları ve peyzaj sistemi uygulanmıştır.

Avrupa sanatının etkisini görsek de yer yer Endülüs döneminden kalma hat oymalarına da rastlamaktayız. Üstelik Avrupa’nın en despotik hanedanı olan Habsburgların bu konuda göstermiş odluğu hassasiyet halen daha takdir edilmektedir.

El Hamra, bu yönlerinden dolayı medeniyetler çatışmasının bir yapısı olarak değil kuşatıcısı olmuştur.

5. Sanssouci Sarayı

Versay Sarayı’nın etkisi öyle bir boyuta gelmişti ki, artık Almanlar üzerinde kültürel bir baskı oluşturur hale gelmişti. Bunun en çarpıcı sonuçlarından birini Sanssouci Sarayı’dır. Çizimlerinin bizzat Prusya Kralı Büyük Frederick tarafından yapılan saray Fransız Neo-Klasik mimarisinin bir sonucudur.

Frederick’in, Petro gibi Rusya’ya Fransız modeli bir saray kazandırmaktan başka amaçları da vardı. Kendisi Alman hükümdarı olmasına rağmen Fransızlara karşı olan hayranlığından dolayı sarayın içerisinde konuşulan dili Almanca yerine Fransızca yapmıştır. Aynı zamanda Saray hizmetlilerini Fransızlar oluşturmuştur.


Frederick’in bir müzisyen olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Parçalarını sürekli etrafındaki soylu kişiler ile paylaşmayı severdi ve sarayının da Versay gibi büyük olmasını isterdi. Sanssouci Sarayı dışında Almanya’da yapılan hiçbir saray Versay’ın peyzajı ve büyüklüğüne ulaşamamıştır.

6. Buckingham Sarayı

İngiltere’de her yol Kraliçeye çıkar sözünü hepiniz hatırlarsınız. Bu sözcük aslında bir yapının mevcut konumu ile doğru orantılıdır. Bu yapı hepimizin çok iyi bildiği Buckingham Sarayı’dır.

Buckingham Sarayı’nı bu kadar özel yapan şey aslında taşımış olduğu anlamdan kaynaklıdır. ‘’Kraliçelerin Evi’’ olarak anılan bu yapı, bir devlet arazisiyken, İngiltere’nin ‘deli’ Kralı III. George tarafından eşi Kraliçe Charlotte’a hediye edilmek üzere yapılmıştır. Ancak Buckingham’ın kraliçe olarak ilk kiracısı Victoria olmuştur. Fakat burası genellikle II. Elizabeth ile bağdaştırılmıştır.


Buckingham Sarayı’nın mimari yapısı sürekli olarak Versay Sarayı’nın etkisinden kurtarılmaya çalışılmıştır. Bunun sebebi İngilizlerin kendisine has bir Neo-Klasik anlayışı olmasıdır. Elbette Fransızlara karşı duydukları kültürel rekabette bu durumu körükleyen etkenler arasındadır.

Versay etkisinden kurtarmak için Buckingham’ın ön kısmına yeni yapı eklenerek dikdörtgen şekline gelmesi sağlanmıştır.

Elbette Sarayın önündeki Tanrıca Nike heykelinden de bahsetmek zorundayız. En başta heykelin Buckingham sarayının karşısına yapılmasının sebebi; Britanya’nın dünya üzerindeki en güçlü imparatorluk olduğunun mesajını vermeye çalışmasıdır. Bunu, İngiliz Neo-Klasizminin göstergeleri arasında sayabiliriz. Ülkeyi taçlandıran Nike figürünün altında Kraliçe Victoria’da bulunur. Victoria’nın orada olmasının sebebi de, Britanya İmparatorluğu’nu temsil ediyor olmasından kaynaklıdır.

7. Palazzo Ducale Sarayı

Yapılması yaklaşık 115 yıl süren bu harika saray İtalya’da gotik mimarisinin en çarpıcı örneklerindendir. Avrupa’daki her sarayın ortak kaderi kendisini burada da göstermektedir. Palazzo Ducale, Venedik’in zamanında savunma amaçlı inşa ettirdiği üç kalesinin üzerine yapılmıştır.

Gotik mimarinin bir ürünü olan Haç Sütunlarının en belirgin görüldüğü yer olan bu yapı birçok resme ve esere konu olmuştur. Örneğin; William Shakespeare’in Venedik Taciri isimli oyununda olaylar Palazzo Ducale’nin etrafından geçekleşir.

8. Kremlin Sarayı

Kremlin’in geçmiş tarihi Avrupa’da inşa ettirilen birçok saraydan farklıdır. Çünkü Kremlinin temelinde yatan etken dindir.

Dinin bu kadar baskın gelmesinin sebebi Moskova Knezliği’nin Doğu Roma İmparatorluğu’nun ve dininin mirasçısı olmasından kaynaklıdır. Moskova Knezliği’nin bayrağında Hz. İsa olması bu anlayışın bir sonucudur.

Ancak Kremlin’in asıl formu İtalyan mimarisi ve Ortodoks dininin harmanlanması sonucunda ortaya çıkmıştır. Beklemişhev ve Borovitskaya Kuleleri Venedik’te Palazzo Ducale Sarayı’nın yanındaki saat kulelerinden esinlenerek yapılmıştır. Bu yapının içerisinde Ortodoks mezhebine bağlı olarak Aziz Nikola ve Aziz Flor kapıları sarayın içerisine eklendi. Korkunç İvan ise bu durumu daha ileri taşıyarak Avrupalı birçok sanatçıyı Moskova’ya getirerek bölgenin yapısını Rönesans mimarisine göre değiştirdi. Bu duruma Ortodoks Rönesans’ı da denmektedir.


Ancak Kremlin’in asıl değişim noktası 19. Yüzyıl içerisinde meydana gelmiştir. Bu tarihte Avrupalılaşma bütün dünyada kendisi hissettirmiş ve Çarlık Rusya’sı Kremlin sarayını kuleler ve katedrallerin yanına inşa ettirmiştir. Kremlin Sarayı’nın en önemli özelliği Napolyon savaşlarında çıkan büyük Moskova yangını sonrası yapılan en büyük yapı olmasıdır.

Kremlim isminin en çok bağdaştırıldığı nokta ise şüphesiz Sovyetler Birliği ile olmuştur. Kızıl Meydan’ın hemen dibinde olması ve her askeri geçit töreninde dünyanın görmesi ile Sovyetler Birliği Batı dünyasında Kremlin olarak anılmıştır. Bu durum günümüzde halen daha böyledir.

9. Dolmabahçe Sarayı

Batılılaşma sürecinde olan Osmanlı İmparatorluğu’nun en çarpıcı yapısı her zaman Dolmabahçe Sarayı olmuştur. Günümüz Beşiktaş bölgesi eskiden Osmanlı gemilerinin demir attığı ve padişahların genel olarak avlanmaya çıktığı bir bölge olmuştur. Sultan II. Mahmud avlanma sırasında bataklık olan bu bölgeye bir saray inşa edilmesinin iyi olabileceğini düşünmüştür. Ancak bunu yaptırmak oğlu Sultan Abdülmecid döneminde gerçekleşebilmiştir.

Yine Versay Sarayı’ndan esinlenerek yapılan Dolmabahçe Sarayı, doğu ile batının bir buluşma noktasıdır. Devletin tüm imkanları ile yapılan sarayın önce altı doldurulmuş ve İstanbul’a bir kara parçası kazandırılmıştır. Dolmabahçe Sarayı da bu alanın üzerine inşa edilmiştir. İçerisinde Versay Saray’ında olduğu gibi büyük neo-klasik sütunların ve resimlerin olması halen daha önemini korumaktadır. Başka bir Osmanlı manzarası sergiler bizlere.

Yine Versay’da olduğu gibi sarayın içerisinde devletin önde gelenleri ve hanedan üyelerinin kalacağı geniş bölümler bulunmaktadır. Ancak Dolmabahçe Sarayı içerisinde hiçbir padişah tam anlamıyla düzgün bir iktidar sürememiştir. Bunun sebebi Osmanlı içerisinde meydana gelen askeri darbelerin Dolmabahçe Sarayı’nda yaşanmış olmasıdır.

Ancak onu başka bir yönden önemli kılan bir durum vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk burada vefat etmiştir.

10. Neuschwanstein Şatosu

Güney Almanya’nın Bavyera eyaletinde bulunan Neuschwanstein Şatosu aslında bir saray olmaktan uzaktır. Bunun sebebi ortaçağ kale sitilinde yüksek bir yere inşa edilmesi ve geniş bahçeler ve avlulara sahip olmamasıdır. Ancak onu bu listeye eklememizin sebebi Avrupa için önemli bir yapı olmasıdır.

19. yüzyılda daha henüz Almanya bir araya gelemden önce yapılan bu Neo-romantizm mimarisinin bir sonucudur. Aynı zamanda Almanların medeniyet anlayışının en canlı kanıtlarından birisidir. Bu medeniyet anlayışı Almanya’nın coğrafi özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Kuzey bölgesinde yaşayan insan profili daha soğuk kanlı ve çalışma disiplinine bağlıdır. Bu yüzden mimari kuzey bölgesinde daha şehir hayatı ile iç içe geçmişken güney bölgesi doğa ile harmanlanmıştır.

Neuschwanstein Şatosu’nu gördüğümüz zaman bu durum bir geçek gibi bizim karşımıza çıkmaktadır. Bavyera Kralı II. Ludwig şatoyu iflas etmek pahasına inşa ettirmeye çalışıp, bu savurganlığından dolayı bir isyan sırasında hapsedilmiştir.

Neuschwanstein Şatosu’nun günümüzde bir başka etkisi de mevcuttur. Birçoğumuzun çok sevdiği Disney Land’in şatosu Neuschwanstein’dan esinlenerek yapılmıştır. Bu özelliği açısından birçok kişi Almanya’ya gittiği zaman Neuschwanstein Şatosu’nu da mutlaka görmek ister.

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için