Blog
Ejderha: Ateş Püsküren Yaratığın Kısa Tarihi
Ejderha: Ateş Püsküren Yaratığın Kısa Tarihi
Ejderhalar, dünyanın en popüler mitolojik yaratıklarından biri. Peki bu güçlü imgenin oluşmasının nedeni gerçekten var olmaları mıydı?
Ejderhalara dair hikâyelere Amerika’dan Avrupa’ya, Hindistan’dan Çin’e birçok farklı kültürde rastlamak mümkün. Oldukça uzun ve zengin bir tarihe sahip olan bu ilginç yaratıklar, yalnızca eski halk hikâyelerinde değil, günümüz kitap, film ve dizilerinde de karşımıza çıkıyor.
Ejderha hikâyelerinin tam olarak ne zaman ve nerede ortaya çıktığı bilinmez, ancak uçan, devasa boyutlardaki yılanvari yaratıklara dair anlatılar en az antik Yunan ve Sümerler’e kadar geriye dayanıyor.
Tarihin büyük bir bölümü boyunca, ejderhaların kimi zaman faydalı ve koruyucu kimi zamansa zararlı ve tehlikeli olan diğer tüm mitolojik hayvanlardan pek de farklı olduğu düşünülmüyordu.
Ancak, Hristiyanlığın dünyaya yayılması bu algıyı değiştirdi; ejderhalar mutlak bir uğursuzluk olarak yorumlanmaya ve şeytanın bir temsili olarak görülmeye başlandı. Orta Çağ’da birçok insan ejderhaları İncil’den biliyordu, hatta o dönemdeki Hristiyanların çoğu ejderhaların gerçekten var olduğuna inanıyordu. Eyüp Kitabı Bölüm 41’de, devasa Livyatan canavarının detaylı tasviri, bunun bir ejderha olabileceğini akıllara getiriyor:
“Sımsıkı kenetlenmiştir sırtındaki sıra sıra pullar, öyle yakındır ki birbirine aralarından hava bile geçmez. Birbirlerine geçmişler, yapışmış, ayrılmazlar. Aksırması ışık saçar, gözleri şafak gibi parıldar. Ağzından alevler fışkırır, kıvılcımlar saçılır. Kaynayan kazandan, yanan sazdan çıkan duman gibi burnundan duman tüter. Soluğu kömürleri tutuşturur, alev çıkar ağzından.”
Ejderha inancı yalnızca efsanelere değil, somut kanıtlara da dayanıyordu, en azından insanlar geçmişte böyle olduğunu düşünüyordu. Bin yıllık bir süre boyunca, dünyanın çeşitli yerlerinde zaman zaman gün yüzüne çıkan dev boyuttaki kemiklere kimse akıl sır erdirememiş, ejderha ise dinozorlardan bihaber olan bu insanlara mantıklı bir açıklama gibi gelmişti.
Ejderhalardaki çeşitlilik
Kağıt kalem verilse çoğumuz kolaylıkla bir ejderha resmedebiliriz, ancak zihinlerimizdeki ejderha imgesi ciddi ölçüde çeşitlilik gösterir. Kiminin kanatları varken kiminin yoktur. Bazı ejderhalar ateş üfleyebilirken bazıları üfleyemez. Bazıları yalnızca birkaç metre bazılarıysa yüzlerce metre uzunluktadır. Bazı ejderhalar okyanusların derinliklerindeki saraylarda yaşarken diğerleri sadece dağların saklı mağaralarında bulunabilir.
Halk bilimci Carol Rose, “Devler, Canavarlar ve Ejderhalar: Folklor, Efsane ve Mit Ansiklopedisi” başlıklı kitabında, ejderhaların diğer yaratıklardan alınmış kompozit özelliklere sahip olduğunu ayrıca vücut renklerinin yeşil, kırmızı ve siyahtan nadiren sarı, mavi ve beyaza çeşitlilik gösterebileceğini yazıyor.
Zoolog Karl Shuker ise “Ejderhalar: Doğa Tarihi” adlı kitabında, dev yılanlar, hidralar, gargoyleler ve ejderha tanrıların yanı sıra Basiliks, Wyvern, Cockatrice gibi pek bilinmeyenler de dahil büyük bir ejderha çeşitliliği olduğundan bahsediyor. Shuker’e göre bu yaratığı kökeninde, dönemin kültürel ve edebi beklentilerine uyarlanan bir bukalemuna benzetmek mümkün.
Bu gizemli yaratık yalnızca geçmişin efsane ve mitlerinde kalmış değil; “Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?” gibi çocuk filmlerinden “Game of Thrones” gibi yetişkin odaklı dizilere kadar birçok yerde hayal gücümüzü süslemeye devam ediyor. Sevilen rol yapma oyunu Advanced Dungeon and Dragons’da her biri eşsiz karaktere, güce ve diğer özelliklere sahip bir düzine ejderha yer alıyor.
Ejderhaların uzun geçmişi
“Dragon” kelimesi, “izlemek” anlamındaki antik Yunanca kelime “draconta”dan geliyor. Bu da ejderhaların filmlerde görmeye alıştığımız devasa altın yığınları gibi büyüleyici hazineleri koruduğuna işaret ediyor. Ancak, bu pek de mantıklı bir açıklama değil. Nihayetinde ejderha kadar güçlü bir yaratık bekçilik ederek neyin bedelini ödüyor olabilir ki? Burada bahsedilenin, ejderhanın gözcülük edeceği değil, daha ziyade bu kötücül yaratığı alt edebilecek cesur şövalyelere verilecek sembolik bir hazine olması çok daha muhtemel.
Mitolojide ejderhalar öldürülmesi gereken korkunç, güçlü düşmanlar olarak betimlenen nadir canavarlardan biri. Varlıkları yalnızca kendileri için olmayan ejderhalar daha çok gözü kara maceracıların aşacağı bir engel olarak anlatılıyor. Troller, elfler ve periler gibi diğer mitik yaratıklar da bazen oyunbazca bazen de yardımseverce insanlarla etkileşim kuruyor, ancak bu etkileşim ejderhalarda olduğu gibi düşmanca değil.
Hristiyan kilisesinin, ejderha kılığına bürünmüş “şeytan”la savaşıp alt eden ilahi güce sahip erdemli azizler hakkında nesilden nesle aktarılan efsaneler ortaya attığı herkesçe biliniyor. Bu azizlerden en bilineni, anlatıya göre yolu bir gün korkunç bir ejderha tarafından tehdit edilen kırsaldaki bir şehre düşen “Ejderha Avcısı” Aziz George.
Efsaneye göre şehir halkı her gün ejderhaya koyunlar kurban ederek kendilerini korur. Şehirdeki son koyun da kurban edilince sıra kurayla insanları kurban etmeye gelir. Bir gün kurada kralın kızı çıkar. Kral her ne kadar itiraz etse de halk prensesi kurban etmeye kararlıdır. O sırada etraftan geçen Romalı asker George prensesi kurban edilmekten kurtarır, haç işaretiyle kendini korur ve canavarı öldürür. George’un cesareti ve imanının gücünden etkilenen şehir halkı derhal Hristiyanlığa geçer.
Ejderhayı mağlup etmek yalnızca hırslı azizlerin, şövalyelerin veya hobbitlerin işi değildi. Efsaneye göre bu zorlu iş aynı zamanda ordu kurmanın da bir yoluydu. Michael Page ve Robert Ingpen’in “Hiçbir Zaman Olmayan Şeyler” adlı eserlerinde bahsettiği üzere “Ejderha dişi kullanmak bir ülkenin sahip olduğu silahlı kuvvetleri genişletmenin oldukça basit bir yöntemiydi. Bu yöntem ilk olarak Tebai kralı Kadmos tarafından uygulanmıştı. Uygulamanın ilk aşamasında bir parça toprak, buğday ekilecekmiş gibi hazırlanıyordu. Ardından uygun herhangi bir ejderha yakalanıp öldürülüyor ve tüm dişleri sökülüyordu. Dişler hazırlanan toprağa ekiliyor, üstü hafifçe örtülüyor ve son olarak uzak bir yere konuluyordu. Çocuk oyuncağı değil mi?
Uygulamanın ardından, tunçtan zırhlara bürünmüş, bir ellerinde kılıç diğerinde kalkan tecrübeli bir sürü asker büyük bir hızla, topraktan dişlerin ekildiği sıra halinde çıkıyordu. Ancak son derece kavgacı olan draconis dentata (ejderha dişinden yapılmış) askerleri düşmanın yokluğunda hemencecik birbirleriyle didişmeye başlıyordu. Dolayısıyla bu askerleri kullanmayı planlayan bir komutan, düşmanın yakınlarda olduğundan emin olmalıydı.
Araştırmacılar, ejderhalara atfedilen ateş üfleme özelliğinin Orta Çağ’da, cehennemin girişine dair betimlemelere dayandığına inanıyor, Hollandalı ressam Hieronymus Bosch’un eserlerindeki cehennem tasvirlerini bir düşünün. Dönem resimlerinde cehennem kapısı sıklıkla bir canavarın içinden alevler ve duman fışkıran ağzı olarak betimleniyordu. Dolayısıyla kişi cehennemin varlığına inanıyorsa son derece mantıklı bir bağdaştırmayla ejderhanın şeytani varlığına da inanmış oluyordu.
Peki, ejderhalar gerçekten var mı?
Orta Çağ teolojisi bir yana, günümüzde yalnızca çok az sayıda insan ejderhaların gerçekten var olduğuna inanıyor. Tıpkı Loch Ness canavarına ya da Kocaayak’a inandıkları gibi. Ejderha (en azından Batılılar için en bilindik versiyonu) ciddiye alınamayacak ve gerçek olamayacak kadar büyük ve masalsı. Nitekim, devasa boyutta, ateş üfleyen, kanatlı herhangi bir yaratığın günümüzde uydu görüntüleme ve akıllı telefonların kayıt özelliği gibi ileri teknolojilerin radarına takılmaması olanaksız.
Ancak, yalnızca birkaç yüzyıl önce ejderha söylentilerinin, bizzat gözleriyle gördüklerini söyleyen denizcilerin tanıklığıyla doğrulandığı da biliniyor. Elbette ki Endonezya’dan dönen bu denizcilerin gördükleri ejderha değil, uzunlukları 3 metreye ulaşabilen saldırgan ve ölümcül bir dev kertenkele türü olan komodo ejderiydi. Batılı bilim insanlarının komodo ejderinin varlığını doğrulaması 1910’ları buldu, ancak bu korkunç yaratığa dair çıkan söylenti ve hikâyeler çok daha önce ağızdan ağza dolanmaya başlamıştı.
O veya bu şekilde, bin yıldır zihinlerimizde olan ejderhalar J.R.R Tolkien ve diğerlerinin fantastik kurgu eserleriyle ortak hayal gücümüzü canlandırmaya devam ediyor.
Live Science. Benjamin Radford. 11 Nisan 2019.
Arkeofili
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >