Blog

Mar11

Fosiller, Bilim ve Sahiplik Arasındaki İlişkiyi Nasıl Şekillendirdi?

Kategori: Arkeoloji ve Sanat Haberleri  |  Yorum: 0 yorum

etiketler  AmerikaBilimÇinDiplomasiFosil



Fosiller, Bilim ve Sahiplik Arasındaki İlişkiyi Nasıl Şekillendirdi?

20. yüzyılın başlarında birçok bilim insanı, insanın kökenini anlamanın anahtarının, yani “kayıp halkanın” Orta Asya’da bulunabileceğine ikna olmuştu.

 

Buket Çağlayan - www.arkeofili.com

 

Bir araştırmacı, iki savaş arası dönemde paleontolojik kazılarla ilgili tartışmayı, Amerika ve Çin arasındaki çatışma üzerinden anlatıyor.

 

 

C: Pixabay

Batı’daki pek çok müze ve diğer kültür kurumu, son yıllarda sanatsal eserlerin ülkelerine geri gönderilmesi yönündeki taleplerle karşı karşıya kaldı. Bu suçlamanın belki de en bilinen nesnesi, Yunanistan’a iade edilmesi yönünde defalarca yapılan çağrılara rağmen British Museum’da saklanan Elgin Mermerleri.

Yakın tarihli bir makale, bu kültürel emperyalizm sorununa değiniyor. 

Yazar Hsiao-pei Yen’in yazdığı “Fosiller ve Egemenlik: Bilim Diplomasisi ve 1920’lerdeki Çin-Amerikan Fosil Anlaşmazlığında Bilim Diplomasisi ve Derin Zamanın Siyaseti” adlı makalede, iki savaş arası dönemde paleontolojik kazılarla ilgili tartışmaları Amerikan Doğa Tarihi Müzesi ile yeni ortaya çıkan Çin bilimsel milliyetçi hareketi arasındaki çatışma üzerinden anlatıyor ve son olarak fosil sahipliğinin küresel politikadaki yerini inceliyor.

20. yüzyılın başlarında birçok bilim insanı, insanın kökenini anlamanın anahtarının, yani “kayıp halkanın” Orta Asya’da bulunabileceğine ikna olmuştu. Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nden (AMNH) bir heyet, bu büyük entelektüel ödülü aramak için Gobi Çölü’ne gönderildi ancak bölgede insanın soyuna dair herhangi bir kanıt bulamadı. Yine de 1920’lerin ilk yarısı boyunca diğer birçok değerli fosili ve arkeolojik eseri Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderdiler.

Ancak 1928’de Chiang Kai-shek’in Çin’i devrimci bir şekilde birleştirmesiyle değişen siyasi manzaranın ortasında, Amerikalılar, bulgularının Pekin Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin (SPCO) emriyle gözaltına alındığını öğrendiklerinde hayal kırıklığına uğradılar.

Amerikalılar ve Çinliler arasında yapılan müzakereler, yalnızca bu tarih öncesi kalıntıların mülkiyeti konusunda değil, aynı zamanda fosiller ve egemenlik arasındaki ilişkinin doğası konusunda da çelişkili bakış açılarına ilham verdi. Çin’deki milliyetçiler, kendi ülkeleri ile zengin Batılı ülkeler arasındaki ticarete ilişkin anlaşmalardaki tarihsel dengesizliği düzeltmeye hevesliydi. Çin’de ortaya çıkarılan kalıntıların kaderine ilişkin tartışma, özerkliğin bir ölçüde geri kazanılması için eşsiz bir fırsatı temsil ediyordu.

Yen’in yazdığı gibi, “Eski kalıntılar, yalnızca Çin’in geçmişiyle bağlantılı oldukları için değil, aynı zamanda yerli bilim insanlarının kendi bilgi çerçevelerini oluşturmalarına ve geliştirmelerine olanak sağlayacak araştırma nesneleri olarak yüksek akademik değere sahip kültürel sermaye kaynakları oldukları için paha biçilmez ulusal hazineler olarak görülüyordu.”

AMNH ve SPCO temsilcileri başlangıçta botanik, zoolojik ve mineral örnekleri paylaşma konusunda anlaşırken, tüm arkeolojik materyaller ve omurgasız fosilleri Çin’de tutulacak ve tüm omurgalı fosilleri ise Amerika’ya gönderilecek ve kopyaları evlerine geri dönecekti.

AMNH, arkeolojik kalıntılar ile fosiller arasındaki ayrım konusunda ısrarcıydı. Paleontolojik fosillerin “jeolojik zamanda oluştuğunu ve bulundukları yerin insanlarıyla hiçbir tarihsel veya kültürel bağı bulunmadığını” iddia ettiler. Sonuç olarak AMNH, bunların herhangi bir ülkenin temsilcileri tarafından ihraç edilip alıkonulabileceğini savundu.

Ancak bu anlaşmanın ardından Çin hükümeti, fosillerin egemen mülk olarak yeniden sınıflandırılması çağrısında bulundu. Bir hükümet yetkilisi bu kararı jeopolitik tarihteki “dikey dönüşün” bir parçası olarak özetledi: “Bir ulus devletin toprakları, yüzeyle sınırlı değildir. Gökyüzüne ve yeraltına kadar olan arazinin tamamı ulusal alana dahil edilmelidir.”

Çin, 1930’da fosillerin ve temsil ettikleri jeolojik zamanın evrensel ve dolayısıyla daha güçlü ülkeler tarafından kolaylıkla sömürülebilir olduğu yorumunu reddetti ve bunların yerel ve tesadüfi olduğunu iddia etti.

Çin fosilleriyle ilgili korumalar, keşiflerle ilgili bilgi üretimini hiçbir şekilde sınırlamadı; bunun yerine, Çin devletinin fosillerle ilgili çalışmalar ve diplomatik uygulamalar üzerinde daha fazla kontrole sahip olduğu anlamına geliyordu.

Yazar şu sonuca varıyor: “Dikey duyarlılık, yeni bir politik ve zamansal tahayyülü harekete geçirdi: Jeoloji ve Dünya tarihi evrensel olabilir, ancak ulusal sınırlar içinde araştırılmalıdır.”


University of Chicago. 28 Şubat 2024.

Makale: Yen, H. P. (2024).

 

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için