Blog
Geniş Bir Coğrafyada Yaşamış Gizemli Kültür: Keltler Kimdi?
Geniş Bir Coğrafyada Yaşamış Gizemli Kültür: Keltler Kimdi?
İrlanda’dan Türkiye’ye uzanan geniş bir coğrafyada yaşamış olan Keltler, demircilik becerileriyle Antik Yunan ve Roma ile geniş ticaret ağları kurdular.
2.600 yıl önce, Yunan tüccarlar Fransa’daki Rhône Nehri’nin ağzının yakınlarında, bugünkü Marsilya şehrinin bulunduğu yerde, Masilya adında bir koloni kurdular. Rhône Vadisi boyunca seyahat eden bu tüccarlar, dillerini anlayamadıkları bir kavimle karşılaştılar. Lüks ürünlere büyük rağbet gösteren bu sert görünümlü savaşçı kavim, zengin şeflerce yönetiliyordu. Bir asır sonra, Yunan coğrafyacı Hecataeus bu halkı Keltoi olarak adlandırdı; Hecataeus’un verdiği isim Latince’ye Romalılar tarafından Celtae olarak çevrildi.
Günümüzde Kelt sözcüğü, modern bir takı-tasarım tarzı veya İskoç, Gal ve İrlandalıların milli gururlarının bir simgesi olarak karşımıza çıkabiliyor. Ancak, “Kelt” sözcüğünü tarihi açıdan tanımlamak bir hayli zor; Keltlerin tarih boyunca İrlanda’dan Türkiye’ye uzanan geniş bir coğrafyada yaşamış olmaları bu güçlüğün sebeplerinden birisi.
Kelt sözcüğünün tarihsel açıdan tamamen anlamsız olduğunu savunan tarihçiler olsa da, çoğu tarihçi bu konuda Profesör Barry Cunliffe’in görüşlerini paylaşıyor. Oxford Üniversitesi’nde Avrupa Arkeolojisi alanında fahri profesör olan Cunliffe, Keltlerin aynı inanç sistemi ile dili paylaşan bir kültür olarak anlaşılabileceğini öne sürüyor. Bu görüşten yola çıkan tarihçiler, Kelt kültürüne bir insan topluluğu olarak değil de, Roma öncesi Avrupa’yı şekillendiren Demir Çağı insanlarının sahip oldukları ortak dilsel ve kültürel özelliklerin bir bütünü olarak bakıyor.
Kelt Gizemi
Bu dönemde Orta Avrupa’da yaşayan Keltler, Protohistorik idi: Zira bu dönemde Orta Avrupa’da yaşayan Keltler, kendilerine ait birkaç yazıt bulunsa da tam anlamıyla bir yazı sistemi geliştirmiş değillerdi, bu sebeple modern tarihçiler Keltlerle ilgili bilgilerin çoğuna komşularının, özellikle Yunan ve Romalıların kayıtlarından faydalanarak ulaşıyorlar.
Rhône Nehri boyunca tüccarlık yaparken Keltlerin Orta Avrupa’daki varlığından haberdar olan Yunanlar, Kelt dünyasının ne kadar geniş olduğunu biliyorlardı. MÖ 4. yüzyılda, Avrupa’nın Atlantik sahili boyunca yapılan bir deniz yolculuğunu kayıt altına alan Massilialı coğrafyacı Pytheas, Keltlerin Armorica’daki (Günümüz Kuzeybatı Fransa’sı) varlıklarından bahsetti.
İlk başlarda tüccar bir halk olarak anılan Keltler tarihin sonraki dönemlerinde ise savaşçı bir kavim olarak anlatıldılar. Livius gibi Romalı yazarlar, Kelt güruhlarının MÖ 5. yüzyılda Alpleri aşıp Kuzey İtalya’ya girişlerini anlatmak için daha erken dönem Yunan yazarlarının eserlerinden yararlandılar. Romalı komutanlar da bu halkla savaşıp muzaffer olmayı düşlüyorlardı. MÖ 1. yüzyılda ise Iulius Caesar (Jül Sezar), Galya seferi sırasında Keltler hakkında şunları yazmıştı: “Biz onlara Galyalılar diyoruz, ancak kendi dillerinde Keltler olarak adlandırılıyorlar.”
Her ne kadar Roma İmparatorluğu Keltlerin askeri gücünü ortadan kaldırdıysa da, Keltlerin varlığı Avrupa’nın kolektif hafızasında yer etti. Rönesans döneminde Fransız ve İngiliz akademisyenler, topraklarında Roma öncesi dönemde yaşamış olan halklarla ilgilenmeye başladılar. Arkeologlar, 1870’lerde Kuzey İtalya’da yapılan kazılarda Kelt tasarımı oldukları açıkça belli bazı kalıntıları gün yüzüne çıkararak klasik dönem yazarlarının MÖ 450 yılı civarında kuzeyden gelen Keltlerin İtalya’yı istila ettikleri anlatılarını doğruladılar. Birkaç yıl önce Avusturya’daki bir başka kazı alanında bulunan eserler Kelt gizemini aydınlatmaya yardımcı oldu; İtalya’da bulunan eserlerin Kelt tasarımı oldukları da bu kazı alanındakiler sayesinde anlaşılmıştı.
Avusturyalı Kökler
Dağlarla çevrelenmiş cennetten çıkma bir gölün kıyısında bulunan Hallstatt köyü, Avusturya’nın önemli turistik yerlerinden birisi. Köyün yakınındaki eski bir mezarlık ise dünyanın çeşitli yerlerinden tarihçilerin ilgi odağı oluyor. 1846 yılında Hallstatt mezarlıklarını keşfeden Maden mühendisi Johann Georg Ramsauer, 900’e yakın mezarı (toplamda 2.000 kişiye ait kalıntılar) gün yüzüne çıkardı. MÖ 800 yılına tarihlenen Hallstatt mezarları, ekonomileri yakınlardaki tuz madenlerine dayalı olan bir Demir Çağı topluluğuna işaret ediyor.
Günümüz Avusturya, Almanya’nın güneyi, Çekya ve Slovenya’sındaki bazı kazı alanlarında rastlanan nesnelerin ortak özellikler sergilemeleri, aynı kültür sahasına ait olduklarını gösteriyordu, Hallstatt bu benzer arkeolojik alanlar için bir örnek haline gelerek çok daha geniş bir Kelt kültürüne adını verdi. MÖ 7. yüzyılda, servetleri tuz madenciliği veya yerel tarımdan kaynaklanan yerel şefler tarafından kurulan Hallstatt kültür sahasındaki yerleşimlerde ihtişamlı mezarlar inşa edilmişti. Hallstatt demircileri tarafından üretilmiş savaş aletlerini gün yüzüne çıkaran arkeologlar, bu aletlerin Yunan ve İtalya kültürleriyle yapılan ticaretlerde lüks ürünlerle takas etmekte kullanıldığını tahmin ediyor.
Nesneler ve ölü gömme teknikleri haricinde, Hallstatt kültür sahasındaki yerleşimleri birbirlerine bağlayan bir diğer özellik ise kullanılan dilin ortak olmasıydı. Bu sebeple, Hallstatt kültürü, bu kültür bölgesindeki madenleri, demir ocakları ve tarlaları işletenler ile şaşaalı mezarlara gömülen şefleri de Kelt olarak kabul edilebilir.
Arkeologlar bulgularını bir araya getirdikçe ortaya yeni bir soru çıkmaya başladı: Eğer Orta Avrupa’daki Hallstatt kültürü bir çeşit Kelt “anayurdu” ise, İber Yarımadası’nın batısı, Bretonya ve Britanya gibi Keltlere ev sahipliği yapmış olan yerlerin Kelt tarihindeki yeri ne? Günümüzde bu yerlerin modern Kelt kimliği ile özdeşleşmeleri ve buralarda konuşulan İskoçça, İrlandaca, Manca, Galce, Kernevekçe ve Bretonca gibi Kelt dilleri bu bölgelerde var olan bir Kelt mirasına işaret ediyor.
Geleneksel teorilerden birisi, Geç Tunç Çağı’na rastlayan Hallstatt dönemi boyunca, Hallstatt bölgesinde yaşayan toplulukların batıya göç edip Kelt dilini ve geleneklerini yaydıkları yönünde. Ancak diğer tarihçiler, Hallstatt döneminden önce, Avrupa’nın çeşitli yerlerinde var olan Keltçe yer isimlerinden yola çıkarak Kelt dili konuşan toplulukların ilk olarak Batı İberya, Fransa ve Britanya’da ortaya çıktığını, göçlerden ziyade ticaret ağları vasıtasıyla Kelt gelenekleri ile dilini Orta Avrupa’ya yayıp Hallstatt kültürünün ortaya çıkmasına sebep olduğunu öne sürüyorlar.
MÖ 900 civarında Hallstatt kültürü ortaya çıktıktan sonra, bu kültür arazisindeki geleneklerin batıya doğru, zaten Kelt gelenekleri ve diline yabancı olmayan Batı İberya gibi bölgelere yayılmaya başlaması ise işleri daha da karmaşıklaştırıyor.
İhtişamlı Mezarlar
Tarihçiler tarafından dörde ayrılan Hallstatt dönemi, kökleri MÖ 1200 yılına kadar dayanan Hallstatt A ile başladı. Sonraki dönemlerde Hallstatt bölgesinde çeşitli değişimler meydana geldi, ölüleri yakma yerine gömme pratiği uygulanmaya başlandı, metal işçiliği giderek gelişti. MÖ 800 yılında Hallstatt kültür sahasında atlar kullanılmaya başlandı, MÖ 600 yılında başlayan Hallstatt D ise Hallstatt döneminin son kısmını oluşturmaktaydı; bu dönemde Güney Fransa’daki Massilia’ya yeni gelen Yunan kolonistler Kelt olarak adlandıracakları halklarla ilk defa karşılaştılar.
Artan nüfus sonucunda tarım altın çağını yaşadı, işçiler köleleştirildi, Baltık bölgesinden amber, (Hallstatt’tan) tuz, metal ve kürk gibi hammaddeler toplandı. Bütün bunlar sayesinde yerel şefler güneyden şarap, metal eşyalar ve süslü seramikler gibi çeşitli lüks mallar satın alabildiler. Ticari eşyaların çoğu, arkeologların “Saltanatlı mezarlar” adını verdiği elitlere ait olan şaşaalı mezarlar kazıldığında ortaya çıkarıldı.
Kelt mimarisi üzerindeki Grek ve İtalyan etkisi de Almanya’nın güneyinde, Tuna Nehri’nin kaynağına yakın bir yerde yer alan, 1950 ila 1979 yılları arasında kazı alanı olup 2004 yılından beri üzerinde bir araştırma projesi yürütülen geç Hallstatt yerleşimi Heuneburg’da görülebilir. MÖ 620 civarında bir tepenin zirvesine kurulan Heuneburg yerleşimi yirmi yıl kadar sonra taş tabana oturtulmuş kerpiç bir duvar ile tahkim edildi. Akdeniz tasarımından esinlenen bu yapım tekniği, şimdiye kadar kuzeyde alışılmadık bir özellikti.
Çoğu akademisyen MÖ 5. yüzyılda yaşamış Yunan tarihçi Herodotos’un “Tarih” isimli eserinde bahsettiği Pyrene şehrinin Heuneburg olduğunu, dolayısıyla bu eserin Kuzey Avrupa’daki bir şehirden bahseden ilk eser olduğunu düşünüyor. Tepenin üzerindeki merkezinden genişleyerek yayılan Heuneburg yerleşimi, 5.000 kadar sakine ev sahipliği yapmaktaydı. Karşılaştırmak gerekirse, o dönemde Atina’nın nüfusu 10.000 kişi kadardı.
Vix Hazinesi
Hallstatt döneminden kalan önemli eserlerden birisi de günümüz Burgonya’sındaki Vix’te bulunan, içinde MÖ 480 yılları civarında ölen bir kadının kalıntıları bulunan gösterişli mezardı. Altın bir gerdanlık dahil olmak üzere çeşitli geleneksel kadın takıları yer alan mezardaki eşyaların arasında geniş bir şarap karıştırma kabı (krater) bulunuyor. Döneminin en son moda Yunan ürünü olan 207 kilo ağırlığındaki bronz kap, muhtemelen 610 kilometre uzaktaki Massilia’dan getirilmişti.
Yüzyıllar boyunca gömülü kaldıkları topraklarda yürütülen tarım faaliyetleri yüzünden aşınıp eskimiş olsalar da Hallstatt alanlarının zenginliği yapılan keşiflerle gözler önüne serilmeye devam ediyor. Heuneburg’a çok uzak olmayan Bettelbühl, bu keşiflerden birine sahne oldu; bölgede yürütülen ilk kazı çalışmaları, zengin bir çocuğun MÖ 6. yüzyıla tarihlenen mezarını gün yüzüne çıkardı.
2010 yılında, yakınlarda başka bir büyük mezar odası keşfedildi. Kazı alanı tarım faaliyetleri yüzünden risk altında olsa da mezar odasının meşe yapısı, akarsu sayesinde korundu. Mezar odasının içi tamamen boşaltılarak Baden-Württemberg Devlet Arkeoloji Ofisi’nin laboratuvarlarına taşındı. Yapı taşındıktan sonra yapılan incelemeler sonucunda odanın ahşap kaplaması MÖ 6. yüzyıla tarihlendi.
Odada bulunan iki mezardan ilki, 30’lu yaşlarında bir kadına aitti; iki altın broş ile altın bir küre gibi gösterişli mezar eşyalarıyla gömülen kadının takıları yerel üretim olsalar dahi güçlü bir Akdeniz etkisi taşımaktaydı.
İkinci mezardaki kalıntılar aşırı aşınmış ve çözülmüş oldukları için tanımlanamadılar. Cenazenin yakınındaki mezar eşyaları daha mütevazıydı; bileklerinde sade tunç bilezikler ve başının yakınında tunç bir takı vardı.
Kültürel geçiş
Geç Hallstatt döneminde gösterişli mezarlar giderek azalmaya başlasa da, Lavau’da (Fransa) yer alan bir mezar sadece zenginliği ile değil, aynı zamanda barındırdığı Akdeniz tasarımı eşyaların çeşitliliği ile de adından söz ettiriyor. 40 metre çapında olan bu mezar Geç Tunç Çağı’ndan beri kullanılan bir mezarlığın parçasıydı. Mezar odasının içerisinde altın bilezikler, altın ve demirden yapılmış bir broş, kehribar bir kolye, gümüş ipliklerle bezenmiş deri bir kemer gibi gösterişli mezar eşyaları bulunmaktaydı. Ancak, Lavau’da bulunan en muhteşem eser, ziyafetlerde kullanılan kenarları sekiz kedi başı ve Yunan nehir tanrısı Achelous’un dört başı ile süslenmiş büyük bir tunç kazandı.
İlk başta, Lavau’daki mezarda bulunan cesedin bir erkeğe ait olduğu tahmin edilmişti, daha sonra iskeletin pelvis kemiğinin tomografisi ile bu tahmin doğrulandı. Mezar, Kelt kültüründe bir geçiş dönemi olan MÖ 450 yılları civarına tarihlendi.
Hallstatt sahasında büyük değişimler meydana geliyordu. Görkemli mezarların sayısı giderek azalırken, Heuneburg gibi yerleşimler ise terk ediliyordu. Rhône Nehri’nin artık ticaret yolları üzerinde yer almaması Kelt ekonomisini sarstı. Çökmekte olan Hallstatt kültürünün çevresinde, günümüz Fransa, Güney Almanya, Avusturya ve İsviçre’sinde ihtişamlı yeni bir Kelt kültürü ortaya çıkmaktaydı.
Ortaya çıkan bu yeni kültür, adını 19. yüzyılın ortalarında İsviçre’deki Neuchâtel Gölü yakınında keşfedilen Demir Çağı yerleşimi La Tène’den alıyordu. Günümüzde Kelt kültürüyle bağdaştırılan motiflerden bir kısmına La Tène kültüründe de rastlandı. Bu kültür ile bağdaşan karmaşık geometrik tasarımlar, tarihçilerin hala çözmeye çalıştığı karmaşık inanç sistemleriyle bağlantılıydı. MÖ 400 yılları civarında Britanya adasına yayılan La Tène kültür sahası oldukça genişti.
Ticaret ile geçinmek, savaşçı La Tène elitleri için çok da mümkün değildi. Almanya, Glauberg’de yer alan, eskiden bir şefin konutu olan kazı alanı savaşçı bir toplum olma yolunda gerçekleşen bu değişimin örneklerinden birisi. Kazı alanının yakınlarındaki bir tümülüste kumtaşı bir heykel bulundu. Sert görünüşü, sakalı, kuşandığı La Tène tarzı kılıç, kalkan ve zırhı ile savaşçı kimliğini gözler önüne seren heykel, “Glauberg Prensi” olarak adlandırıldı.
Gücüne henüz kavuşmakta olan Roma, güneye göç eden bu halkın savaşçı yüzüyle karşılaşacaktı. MÖ 5. yüzyılın ortalarında La Tène toplulukları Kuzey İtalya’nın zengin topraklarına geçmeden önce daha uzak yerlere düzenledikleri yağma akınları ile savaşçılıklarını gözler önüne seriyorlardı.
Geç Dönem Romalı yazarlar, Keltlerin İtalya’yı kaliteli şarabı yüzünden istila etmek istediklerine inanıyorlardı, ancak modern tarihçiler Keltlerin nüfus fazlalığı yüzünden böyle bir göç hareketine başladıklarını düşünüyor. Şefleriyle anlaşamayan genç savaşçı liderler, kendi takipçileriyle beraber yeni maceralara atılmayı çekici buluyordu.
MÖ 390 yılında Keltler Orta İtalya’ya kadar indiler, bu sefer hedefleri Roma şehriydi. İtalya’ya henüz yeni gelmiş olan Senones kabilesi Roma güçlerini püskürtüp başkente girdi. Keltlerin yaptığı barbarca yağmayı aktaran Livius, bu halktan Galler olarak bahsediyor. Livius’un kayıtlarına göre şehir “düşmanın savaş çığlıkları, kadınların ve çocukların ağlayışları, alevlerin çatırtısı ve yıkılan evlerin gürültüsü,” ile doluydu. Yine Livius’a göre, Romalılar “oraya ve buraya koşturuyorlar, nereye baksalar [korkunç şeyler] görmekten korkuyorlardı, talih sanki onları ülkelerinin düşüşüne şahit tayin etmişti.”
Bir yüzyıl sonra, MÖ 279 yılında, Balkanlara henüz yerleşmiş olan Kelt güçleri gözlerini yeni bir ganimete, Delphi’deki tapınaktaki hazinelere dikti. Yunanlar tarafından yenilen Kelt ordularından bazı gruplar, diğer Balkan Keltleriyle beraber Orta Anadolu’ya gidip Yunanların “Galya” anlamına gelen Galatya olarak adlandıracakları bölgeye yerleşti. Daha sonraki dönemlerde, MÖ 50 yılında Aziz Paul, Galatya’nın ilk Hristiyanlarına Yeni Ahit’te Galatyalılar adlı bölümde yer alacak olan mektupları yazacaktı.
Roma’nın yükselen hakimiyeti, Avrupa’daki Kelt gücünü ve kimliğini ortadan kaldırdı. Latin yazarlar Keltleri acımasız barbarlar yerine Roma kültürüne ayak uyduramayan “asil vahşiler” olarak adlandırmaya başladı. Biraz da bu kayıtlar sebebiyle, Keltlere olan akademik merak modern çağda giderek artmaya başladı. Bu artan merak, 1800’lerin ortasında Hallstatt ve La Tène’de yapılan keşiflere öncü oldu.
O zamandan bu yana sürekli çoğalan arkeolojik bulgular, Keltler üzerine yürütülen çalışmaları akademik tartışmalara konu olmaktan kurtaramadı. Tartışmaların merkezinde, günümüz Kuzeybatı Avrupa’sındaki toplumların “Kelt” olarak adlandırılıp adlandırılamayacağı yer alıyor.
2002 yılında, BBC’de Keltler üzerine yapılan bir tartışma esnasında, İskoç tarihçi Alistair Moffat, Demir Çağı Keltleriyle günümüz İskoçya, Galler ve İrlanda’da yaşayan “Keltlerin” bağlantılı olmadığı teorileriyle ilgili şu sözleri söyledi: “Elbette bu halklar Kelt, Britanya’nın batısında yaşayan bu halklar elbette birbirlerine kültürel açıdan benziyor… Bu Kelt dilleri (İskoçça, İrlandaca ve Manca) hala kullanılıyor. Diğer Kelt dilleri öldü ancak Britanya’daki Kelt dilleri hala konuşuluyor, 2500 yıllık bir tarihi içlerinde yaşatıyorlar.”
www.arkeofili.com
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >