Blog
İklim değişikliğinin kültürel miras olan tarihi eserler üzerindeki etkileri neler?
İklim değişikliğinin kültürel miras olan tarihi eserler üzerindeki etkileri neler?...
Eğer harekete geçmezsek, tarihi ve kültürel mirasımıza ait birçok tarihi eser, bu yüzyılın sonuna kadar yok olabilir. Uygarlığımızın mirası bu eserler, değişen iklim süreçlerinden, mikroskobik faktörlere kadar bir çok farklı tehdit altında. Peki bilim, bu tehditler karşısında neler yapabilir?
İtalya’nın Gubbio şehrindeyiz. 14. Yüzyıl’da inşa edilen Palazzo dei Consoli, Gubbio şehrinin en simgesel binası olarak sanat ve arkeoloji sergilerine ev sahipliği yapıyor. Ama taş duvarların içerisinde oluşan çatlaklar, Palazzo’nun temelinin kaydığı konusunda tedirginlik yaratıyor. Bu duruma şehrin önceki dönemlere göre daha sık ve güçlü yağış alması sebep olmuş olabilir.
Bir tepe üzerine kurulmuş olan Gubbio şehri, yoğun yağışların taş duvarlar üzerindeki etkisini geçmişte de deneyimledi. Tarihi şehrin surları, toprak kayması sonucunda zarar gördü ve taşlar arasındaki harcın incelmesi taşların düşmesine sebep oldu. Şehrin duvarından geriye kalanlar ise dikkatle kontrol altında tutuluyor.
Avrupa araştırma komitesi Heracles’in bilim insanları, iklim değişikliklerinin tarihi eserler üzerindeki etkileri üzerine çalışmalar yürütüyor. Uydu görüntüleri kullanılarak toprak hareketleri izlenirken, yapılan sondaj çalışmalarında eserlerin inşa edildiği taşlara kimyasal analizleri yapılıyor.
Gubbio iklim değişikliğinin etkilerinin araştırıldığı tek yer değil
İklimsel dalgalanmalar, özellikle Girit’de bulunan, Cenevizlilerin inşa ettiği Koules kalesi gibi deniz kenarındaki tarihi eserleri de etkiliyor.
16. yüzyılda inşa edilen kalenin duvarları düzenli olarak vuran dalgalar sebebiyle aşınıyor. İklim değişikliği rüzgar yönünü ve dalga şiddetini etkileyen bir faktör.Araştırmacılar, su altında denizin taşlara yaptığı etkiyi ölçmek için sonar kullanıyorlar.
Okyanus bilimcisi Stelios Petrakis, araştırmalar sırasında sonar kullanımının önemini vurguluyor: “Sonar sayesinde deniz tabanını gözlemleme şansımız oluyor. Taramalarda dipte oluşan boşlukları açıkça görebiliyoruz. Sürekli taramalar yaparak bu boşlukların zaman içindeki gelişimini takip edebiliyoruz. Böylelikle erozyonun verdiği hasarları gözlemleme şansımız oluyor.”
Araştırmacılar, deniz tabanına sürekli olarak su sıcaklığını ve dalga yüksekliğini kayıt altında tutan sensörler yerleştiriyor ve senede iki defa, bu sensörlerden veri almak için dalış gerçekleştiriyorlar. Veriler kopyalandıktan sonra, araştırmacılar sensörleri altı aylık yeni bir izleme için denizin dibine yeniden yerleştiriyor.
Yerel yetkililer, kalenin geleceğini ön görebilmek için toplanan verileri kullanıyor. Değişen iklimin, eski taş binaların daha hızlı zarar görmesine sebep olduğuna dair kaygılar beraberinde eserlerin bakımlarının daha pahalı olacağına dair endişeleri de getiriyor.
Değişen iklim koşullarının eserlere verdiği hasar, yeni çözümleri de beraberinde getiriyor
Yunan mitolojisinde de geçen Minotor Labirenti’nin efsanevi Knossos sarayı, yüzlerce yıl önce betonarme kullanılarak kısmen restore edildi. Ancak ağır hava şartları demirin paslanmasına ve çimentonun zayıflamasına sebep oluyor. Bu eşsiz alanın korunması için yeni bir çimento ve harç gerekli.
Arkeolog Elisabeth Kavoulaki, restorasyon çalışmalarında kullanılan materyallerin önemine dikkat çekiyor: “Araştırma projemiz yeni materyaller oluşturmaya ve onların restorasyon için kullanılmasına yardımcı olacak. Bu özel mirası daha iyi korumak için uygun bir çözüm yaratacağız.”
Bilim insanlarının geliştirdiği yeni harcın hava direnci, nano ve mikro partiküller sayesinde daha yüksek. Geliştirilen yeni çimento ise havanın kolaylıkla nüfuz edemeyeceği daha az gözenekli bir yapıya sahip.
Kültürel mirasları tehdit eden sadece değişen iklim koşulları değil
Venedik, iklim değişikliğinin tehdit ettiği bir başka kültürel hazine. Ancak yeni teknolojilerin çözüm olabileceği daha küçük ölçekli problemler de mevcut. Peggy Guggenheim koleksiyonuna bir göz atalım.
Venedik Kanalı’ndaki bu ünlü modern sanat müzesi, İtalyan fütüristlerin ve Amerikan modernistlerin eserlerinin yanı sıra heykellere de ev sahipliği yapıyor. Çağdaş sanatta kullanılan deneysel malzeme ve teknikler, eserlerin korunmasını özellikle zorlaştırabiliyor.
Müzenin müdürü Karole Vail, sanat eserlerinin, özellikle tabloların korunması konusunda yaşanılan zorlukları “20. Yüzyıl eserlerinde birçok yeni malzeme kullanıldı. Bu da sanat eserlerini önceki dönemlere oranla biraz daha karmaşık hale getiriyor. Bu eserlerin korunması toplum ve gelecek nesiller açısından önemli.” diyerek ifade ediyor.
Günümüzde, paha biçilemez tablolar genellikle bir camın arkasında korunmaktadır. Ancak Peggy Guggenheim’ın zamanında söz konusu tablolar genellikle açık bir şekilde sergilendiler. Tabloların orijinal parlaklıkları toz ve kirden dolayı kaybolabiliyor ki bu tozları tabloya zarar vermeden temizlemek oldukça güç.
Müzenin şef konservatörü Luciano Pensabene Buemi, Vail’in sözlerini Jackson Pollock’un bir tablosu üzerinden örneklendiriyor: “Jackson Pollock’un bu tablosu korumanın en zor olduğu eserlerden. Pollock’un kullandığı boya malzemeleri görebildiğiniz üzere oldukça kalın. Yıllar geçtikçe, toz bu boyaların üzerinde birikti ve onunla birleşti.”
Konservatörlere bu sorunu çözmek için, başka bir Avrupa araştırma projesi olan Nanorestart için çalışan bilim insanları yardımcı oluyor. Pollock’un koleksiyonundaki tablolardan bir tanesi, özel geliştirilen hidrojel kullanılarak temizlendi.
Pamuk çubukları gibi geleneksel yöntemlerden farklı olarak, hidrojel, temizlik sırasında tablo yüzeyinde lif bırakmıyor. Tablonun yüzeyi için güvenli ve en önemlisi, jel, tozu hızlı ve etkili bir şekilde temizliyor.
Nano yapılı bu jelin potansiyel kullanımı, sanat restorasyonunun ötesine geçebilir. Jel, yaygın bir mühendislik uygulaması olan, çeşitli yüzeylerden kaplamaların çıkarılması konusunda da kullanılabilir.
(http://tr.euronews.com)-www.arkeokultur.com
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >