Blog
İspanyollar İnka Lideri Atahualpa’yı Nasıl Tuzağa Düşürdü?
İnka İmparatorluğu ihtişamının zirvesindeyken, günümüz Ekvador’undan orta Şili’ye kadar olan Güney Amerika bölgesinde, And Dağları’nın omurgası boyunca uzanıyordu.
Begüm Bozoğlu - www.arkeofili.com
Kasım 1532’de İnka lideri Atahualpa, İspanyolların ziyafet davetine binlerce silahsız hizmetlisiyle katıldı, fakat bu bir pusuydu.
İnka lideri Atahualpa. C: Wikimedia Commons
İnka İmparatorluğu’nun bir zamanlar insan azminin ve mimari dehasının bir kanıtı olarak durduğu nefes kesici And Dağları’nın zirvesinde, tarihin akışını sonsuza dek değiştirecek bir entrika ve hırs hikayesi yatıyor.
İnka İmparatorluğu ihtişamının zirvesindeyken, günümüz Ekvador’undan orta Şili’ye kadar olan Güney Amerika bölgesinde, And Dağları’nın omurgası boyunca uzanıyordu. Tam kalbinde on üçüncü ve son imparator olan Atahualpa hüküm sürüyordu, ki hükümdarlığı hem ihtişam hem de iç çekişmelerle döneme damgasını vurmuştu. İnkalar, bu süreçte kendi ihtişamları içinde mest olurlarken, kasvetli karanlık doğudan yaklaşıyordu – Francisco Pizarro liderliğindeki İspanyollar, altınla döşeli şehirlere dair hikayeler ve yeni topraklara olan açlıkla hareket ediyorlardı.
Atahualpa ve Pizarro’nun karşılaşması, tarihin en ilgi çekici ve trajik öykülerinden biri; hırs, güven ve ihanetin dansı olacaktı. İspanyol entrikalarının gölgesinde, kudretli İnka güneşinin batmaya başladığı bu çalkantılı hikayede bir yolculuğa çıkalım.
Geniş ve Renkli İnka İmparatorluğu
Doruk noktasında, İnka İmparatorluğu veya Quechua dilinde ‘Dört Bölge’ anlamına gelen Tawantinsuyu, And Dağları’nın omurgası boyunca uzanıyordu. Kolomb öncesi Amerika’nın en büyük imparatorluğu ve batı yarım küredeki en güçlü oluşumlardan biriydi.
İnka lideri Atahualpa. C: Wikimedia Commons
Yüksek dağlardan kıyı düzlüklerine ve derin vadilere kadar çeşitli arazilere yayılan imparatorluk, halkının yenilikçiliği ve uyum sağlama yeteneği sayesinde gelişmişti. “Andén” olarak bilinen, sarp dağ yamaçlarına oyulmuş ustalıklı tarım terasları, yüksek rakımlı bölgelerde mısır ve patatesten tropik ovalarda koka yapraklarına ve meyvelere kadar çeşitli mahsullerin yetiştirilmesine izin vermişti.
Kültürel ve sosyal olarak imparatorluk tam bir mozaikti. İnka kraliyet ailesi ve seçkinleri öncelikle imparatorluğun göbeği olarak kabul edilen Cusco’da ikamet ederken, geniş topraklar her biri kendi dili, gelenekleri ve görenekleri olan çok sayıda etnik gruba ev sahipliği yapıyordu. Akıllıca yöneten İnkalar, bu gruplara bir dereceye kadar özerklik tanımış ve onları bireysel kimliklerine saygı duyarak imparatorluğun idari mekanizmasına entegre etmişti. Bu uyum, diplomasi, stratejik ittifaklar ve gerektiğinde askeri müdahalelerin harmanlanmasıyla sağlanıyordu.
Bir kraliyet yolları ağı olan karmaşık “Qhapaq Ñan”, imparatorluğun farklı bölgelerini birbirine bağlayarak birliklerin, kaynakların ve insanların verimli iletişimini ve hareketini mümkün kıldı. Bu yollar, salt yollardan daha fazlasıydı; Cusco’nun kalbini imparatorluğun en uzak noktalarına bağlayan cankurtaran halatlarıydılar.
Din de imparatorluğu bir arada tutmada çok önemli bir rol oynadı. İnkalar, güneş tanrısı Inti’yi merkeze alan bir tanrılar panteonuna saygı duyuyordu. Genellikle karmaşık danslar, müzik ve ziyafetlerle belirlenen kutsal ritüeller, törenler ve festivaller günlük yaşama nüfuz ederek İnka hükümdarının ilahi hakkını ve tüm yaşamın birbirine bağlılığını pekiştiriyordu.
Özetle, Pizarro’nun gelişinden çok önce, İnkalar zorlu And Dağları topografyasında benzeri görülmemiş bir ihtişam imparatorluğu kurmuştu. Tarım, mimarlık ve yönetimdeki başarıları, dehalarının ve uyum sağlama yeteneklerinin bir kanıtıydı. Karmaşık bir yol sistemiyle, farklı insanları ve arazileri birbirine bağlayarak, güneş tanrısı Inti’nin dikkatli bakışları altında bir kültür dokusu oluşturmuşlardı.
İnkaların altın Güneş maskesi.
İç Kargaşa: Atahualpa’nın Güce Giden Yolu
Görkemli İnka İmparatorluğu’nun kalbinde, Avrupa güçleriyle talihsiz karşılaşmasından önce, Atahualpa’nın yükselişinin ve istemeden de olsa yaklaşan savunmasızlığının zeminini hazırlayan iç çekişmeler büyüyordu. On birinci Sapa İnka Huayna Capac’ın 1527’deki ölümünün ardından bir iktidar boşluğu oluştu. Önde gelen iki oğlu vardı: İmparatorluk başkenti Cusco’da bulunan Huáscar ve kuzeydeki Quito şehrini yöneten Atahualpa.
Net bir halefinin olmamasıyla imparatorluk kendisini bir iç savaşın eşiğinde buldu. Farklı grupları ve bölgesel çıkarları temsil eden kardeşler, üstünlük için şiddetli ve kanlı bir mücadelede çarpıştı. Birkaç yıla yayılan bu iç çatışma dönemi, bir zamanlar birleşik olan imparatorluğu önemli ölçüde zayıflatan meydan muharebelerini, değişen bağlılıkları ve siyasi entrikaları gördü.
Sonunda galip gelen Atahualpa, Huáscar’ı yakalayıp hapse attı ve böylece taht üzerindeki iddiasını sağlamlaştırdı. Ancak bu zaferin bir bedeli oldu. Uzayan iç savaş, imparatorluğun kaynaklarını ve ordusunu tüketmekle kalmamış, aynı zamanda toplumsal dokusunda derin kırılmalar yaratmıştı. Francisco Pizarro yönetimindeki İspanyollar, Yeni Dünya tarihinin en dramatik bölümlerinden birine sahne hazırlayarak, bu iç kargaşa ve savunmasızlık zemininin ortasında İnkaların kaderini belirleyen girişlerini yaptılar.
İspanyol lideri Francisco Pizarro. C: Wikimedia Commons
Pizarro’nun Hırsı ve İspanyolların Gelişi
Yeni Dünya’nın uçsuz bucaksız zenginliğine dair hikâyelerden ve diğer İspanyol seferlerinin, özellikle de Hernán Cortés’in Aztek İmparatorluğu’ndaki hayret verici başarılarından ilham alan Pizarro, gözünü Güney Amerika’nın efsanevi topraklarına dikmişti. Ateşli bir hırsla, hakkında sadece fısıltılar ve efsaneler duyduğu bir ülkenin zenginliklerini aramaya başlayan Pizarro, kendisini kıyı şeridiyle tanıştıran iki ön keşif gezisinden sonra, 1532’de üçüncü ve daha çetin bir maceraya girişti.
200 adamdan daha az bir birlik, 67 at ve yetersiz bir top kuvvetiyle başlattığı sefer sayıca mütevazı görünebilirdi. Fakat ömürlerinde hiç at ya da ateşli silah görmemiş İnkalara karşı çatışmalarda büyük bir avantaja sahipti. Daha da önemlisi, Pizarro’nun başvuracağı tek yol bu askeri güç değildi. Atahualpa ve Huáscar arasındaki iç savaşın bıraktığı huzursuz ve kırılgan ortamın farkındaydı ve askeri strateji ve diplomatik entrika karışımıyla bu çatlaklardan yararlanmaya çalıştı.
Atahualpa, bu tuhaf yabancıları duyduğunda kendinden emin, hatta umursamaz bir tavır takındı. Ne de olsa o, dünyadaki en büyük imparatorluklardan birinin lideriydi. Bunu takip edecek fırtınayı – Pizarro’nun sarsılmaz hırsının şekillendirdiği bir fırtınayı – tahmin edememişti.
Pizarro, pusuya düşürdükten sonra 200 asker ile 40.000 İnka askerini öldürdü.
Kader Buluşması: Cajamarca
Kasım 1532’de Cajamarca kasabası, İnka İmparatorluğu’nun ve tüm Güney Amerika kıtasının gidişatını sonsuza dek değiştiren bir olayın zemini olacaktı.
Kardeşine karşı kazandığı son zaferle canlanan ve birliklerinin sayıca üstünlüğüne güvenen Atahualpa, bu yabancı ziyaretçilerle görüşmeyi kendi avantajına kullanabileceğine inanıyordu. Bu yabancıların eylemlerine dair raporlar – hem şiddet kapasiteleri hem de kendilerine özgü savunmasızlıkları – kendisine ulaşmıştı, ancak belki de egemenliğinin enginliğine alışkın olan imparator, İspanyolların kurnazlığını hafife aldı.
Daha önceki çatışmalardan ve diğer kâşiflerin deneyimlerinden haberdar olan Pizarro, İnka ordusunun çok sayıdaki birliklerine karşı doğrudan bir askeri çatışmanın felaketle sonuçlanacağını biliyordu. Bunun yerine hile yapmayı seçti. Barışçıl bir buluşma teklif ederek, Atahualpa’yı yerleşmenin merkezindeki meydana davet etti. Burada, sayıca çok daha az olan İspanyol kuvvetleri, meydanı çevreleyen yapılarda pusuya yattı, topları nişan almıştı ve tüfekleri hazırdı.
Atahualpa silahsız tören maiyetiyle birlikte meydana girdiğinde, İspanyol rahip kendisine yaklaşarak Hristiyan dinini anlatmış ve bir İncil uzatarak Hristiyanlığı kabul etmesini istemişti. Ancak Atahualpa’nın kabul etmeyip İncil’i yere atmasıyla Pizarro, zırhlı askerlerine yerlerinden çıkmaları ve savaşa başlamaları işaretini verdi. Hava top ve tüfek sesleriyle doldu, İspanyol süvarilerinin saldırısıyla yer sarsıldı ve birkaç dakika içinde meydan tam bir kaosa dönüştü. Silahsız İnka soyluları, İspanyol saldırısıyla boy ölçüşemezdi.
Kaosun ortasında, Pizarro ve birkaç adamı Atahualpa’yı yakaladı. İspanyollar hayal bile edilemeyecek bir şeyi başarmışlardı. Çarpışmanın sonunda Atahualpa’nın yanındaki herkes öldürülmüş ancak tek bir İspanyol askeri bile yaşamını kaybetmemişti. Atahualpa artık esirdi. 200’den az kişilik bir kuvvetle imparatorluğun hükümdarını ele geçirmişlerdi.
Sonraki günlerde Atahualpa, serbest bırakılması için İspanyollara benzeri görülmemiş bir fidye teklif etti: altınla dolu bir oda ve gümüşle dolu iki oda. Sonraki aylarda, imparatorluğun köşelerinden Cajamarca’ya çok miktarda değerli metal teslim edildi. Ancak bu hazine birikirken bile Pizarro ve ekibi, olası bir İnka karşı saldırısına ve imparatoru serbest bırakmanın yol açabileceği komplikasyonlara karşı temkinli davranmaya kararlıydılar.
İspanyollar muazzam fidyeyi teslim almış olmalarına rağmen, kendilerine karşı komplo kurmak da dahil olmak üzere çeşitli suçlamaları öne sürerek Atahualpa’yı idam etmeye karar verdiler. Göstermelik bir duruşmanın ardından, bir zamanların kudretli İnka imparatoru yakılarak ölüme mahkum edildi. Ancak, kraliyet statüsüne bir taviz ve Hıristiyanlığa geçmesinin karşılığı olarak, infaz yöntemi bir tür boğma biçimi olan garrote olarak değiştirildi.
İspanyolların meydanda İnkaları katletmesini gösteren bir tasvir.
Mirası ve etkisi
İnka İmparatorluğu’nun küçük bir İspanyol istila çetesinin ellerinde düşüşü, tarihin en şaşırtıcı bölümlerinden biri olmaya devam ediyor. Yankıları ise tüm bir kıtanın yörüngesini sonsuza dek değiştirerek, hemen sonrasındaki sonuçların çok daha ötesine geçti.
İnka topraklarından çıkarılan servet İspanyolların kasasını doldurdu ve İspanya’nın 16. yüzyılda küresel bir süper güç olarak egemenliğini sağlamlaştırdı. Bu değerli metal akışı, özellikle Potosí gibi madenlerden çıkan gümüş, küresel ekonomi üzerinde dönüştürücü bir etki yaratarak fiyat enflasyonlarına yol açtı ve uluslararası ticaret dinamiklerini yeniden şekillendirdi.
İstila, maddi zenginliğin ötesinde, İnka kültürü ve geleneklerinin neredeyse tamamen yok olmasına yol açtı. İspanyollar kendi dillerini, dinlerini ve geleneklerini yerli halka empoze ettiler. Katolik misyonerler şevkle yerli halkı kendi dinine döndürmeye çalışırken, sayısız İnka eseri, kutsal metinleri ve tapınım yerleri sapkın sayılarak yok edildi. Bu kültürel çalkantı, günümüz uluslarının hala kimlik, kültürel koruma ve sömürge sonrası travma meseleleriyle boğuşmasıyla kalıcı bir yara izi bıraktı.
Bununla birlikte, bu kayıp anlatısının ortasında, aynı zamanda dayanıklılık hikayeleri de var. İnka kültürü ve mirasının unsurları, And toplumlarının dokusuna dokunarak bugüne kadar varlığını sürdürdü. Gelişmiş tarım teknikleri, Machu Picchu gibi mimari harikaları ve hatta Quechua dili, imparatorluğun eski ihtişamının kalıcı kanıtları olarak hizmet etmeye devam ediyor.
İnka İmparatorluğu’nun istilasını derinlemesine incelemek, yalnızca tarihsel gerçekleri anlatma alıştırması değil; hırs, kader ve dayanıklılığın karmaşık etkileşimine dair bir keşif. En büyük imparatorlukların bile geçiciliğini ve tamamen yok olmayı reddeden kültürlerin inatçı ruhunu dokunaklı bir şekilde hatırlatıyor.
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >