Blog

Ara30

Tarih Öncesinde Sanat ve Şamanizm: Neyir Kolankaya Röportajı

Kategori: Arkeoloji ve Sanat Haberleri  |  Yorum: 0 yorum

etiketler  AnimizmMağara SanatıRitüelRöportajŞamanizmSanatToplanma AlanıTotemizm



Tarih Öncesinde Sanat ve Şamanizm: Neyir Kolankaya Röportajı

Ritüel terimi içerik yönünden aslında çok geniş kapsamlı bir terim ama kelime anlamıyla düzenli olarak yapılan törenler anlamına geliyor.

 

Buket Çağlayan - www.arkeofili.com

 

Tarih öncesi çağlarda mağara sanatı, ritüeller, şamanizm ve toplanma alanları üzerine sorularımızı Doç. Dr. Neyir Kolankaya’ya yönelttik.


Bir aborjin. C: Pixabay

Doç. Dr. Neyir Kolankaya-Bostancı 1991 yılında Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Prehistorya Anabilim Dalında lisans öğretimini bitirdikten sonra 1996 yılında, Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji bölümünde “Bakla Tepe Geç Kalkolitik Çağ ve Erken Tunç Çağı Yontmataş Aletleri” başlıklı yüksek lisans tezi ile tamamlayarak aynı yıl doktora programına başlayarak “İzmir Bölgesi Prehistorik Dönemler Yontmataş Endüstrileri” konulu doktora tezini tamamladı.

Ayrıca çeşitli kazı ve yüzey araştırmalarında yontmataş uzmanı olarak görev alan Doç. Dr. Neyir Kolankaya-Bostancı’nın katıldığı kazı ve yüzey araştırmaları arasında Karain Mağarası, Öküzini Mağarası, Panaztepe, Bakla Tepe, Kocabaş Tepe, Kanlıtaş Höyük, Yeşilova Höyük, Höyüktepe, Çine-Tepecik Höyük, Liman Tepe, Çeşme-Bağlarası, Tavşanlı Höyük ve Samos-Heraion kazıları ile İzmir İli, Menemen İlçesi ve Muğla ili, Fethiye İlçesi Çaltılar yüzey araştırmaları yer alıyor. Ayrıca yontmataş endüstrileri, obsidyen ticareti, Paleolitik Çağ sanatı ve sembolizm konularında çeşitli çalışmaları bulunuyor.

Mağara sanatı, tarih öncesi dönemde, günümüzden önce özellikle 40.000 ile 10.000 yılları arasında, avcı-toplayıcı toplumlar tarafından yaratılan, insanlık tarihinin en eski sanat örneklerinden biri olarak kabul edilen bir sanat biçimi. Bu sanat eserleri, çoğunlukla mağara duvarlarına veya kaya yüzeylerine çizilen resimler ve oyma figürlerden oluşuyor ve erken insanların yaşam tarzlarını, inançlarını, hayvanlarla olan ilişkilerini ve doğa ile olan etkileşimlerini görsel bir dil aracılığıyla ifade ediyor. Mağara sanatı, yalnızca estetik bir ifade biçimi değil, aynı zamanda dönemin insanlarındaki sembolizm, ritüel ve düşünsel gelişiminin de izlerini taşıyor. Bu eserler, modern insanın evrimsel sürecini anlamamız için önemli bir pencere sunarken, aynı zamanda sanatın tarihsel kökenlerine dair derin bir bakış açısı geliştiriyor.

Şu anda Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji bölümü öğretim üyesi olan Doç. Dr. Neyir Kolankaya-Bostancı’ya zaman ayırıp sorularımızı yanıtladığı için teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Toplanma alanı terimi nereden geliyor?

“Toplanma alanı” terimi aslında günümüz San Bushmenler için kullanılmakta olup 1980 yılında Margaret Conkey’in “The Identification of Prehistoric Hunter-Gatherer Aggregation Sites. The Case of Altamira” (Tarih Öncesi Avcı-Toplayıcı Toplanma Alanlarının Tanımlanması: Altamira Örneği” başlıklı makalesi ile birlikte Tarih Öncesi dönem buluntu yerleri için de kullanılmaya başlandı. 

Aslında bu terim bir kabile yaşantısının toplumsal yapısını ve aynı zamanda da avcı-toplayıcı yaşam biçiminin en önemli öğelerinden birini oluşturuyor. Diğer bir deyişle, söz konusu buluntu yerleri, sosyal, ekonomik ve ritüel faktörlerin insan gruplarını bir araya getirdiği avcı-toplayıcı buluntu yerleridir. !Kung San’lar için dans, uzun süreli ticaret, evlilik ve ergenliğe geçiş törenleri gibi sosyal ve ritüel faktörlerin bu insanları bir araya getiriyor.


C: Pixabay

Avustralya’da Martu insanları da ritüelleri ve diğer aktiviteleri için yılda bir ya da iki kez toplanma alanlarında bir araya geliyorlar. Bu toplantılar Martu insanları için birbirleri ile takas yaptıkları, ritüel ve törensel bilgilerini paylaştıkları, ayrıca evliliklerin gerçekleştiği yerler. Konuyu biraz daha açmak gerekirse, bu tip kamp yerleri yılın belli dönemlerinde periyodik olarak kalabalık gruplar tarafından ziyaret edilen, sosyalleşilen, hediye ya da malzeme takası ve ritüellerin yapıldığı alanlar. Toplanma alanları ayrıca, evlilik ve akrabalık bağlarını güçlendirmede ve grup kimliğini geliştirmede önemli bir rol oynuyor. Avustralya’da gerçekleştirilen etnografik çalışmalar, söz konusu periyodik toplanma alanlarında, sosyal yaşama dair ipuçları verdiklerini ortaya koyuyor. Gerçekleştirilen etnografik araştırmalarda yüzlerce kişinin bir araya geldiği birçok toplanma alanı tespit edildi.

Söz konusu etnografik verilere dayanılarak bu amaca hizmet eden toplanma alanlarının Batı Avrupa’da ilk kez Orta Paleolitik dönemde görüldüğü söylenebilir. Avcılıkta oldukça usta olan Neandertallerin Fransa’da yer alan Mauran ve Coudoulous gibi kamp yerlerini daha çok besin kaynaklarının bol miktarda bulunduğu alanlarda kurmuş oldukları ileri sürülüyor. Konuyla ilgili çalışmaları bulunan araştırmacılar geçici bir toplanma alanı olarak yorumlanan Mauran’da avcılığın yaklaşık 200 kişi ile organize edilip gerçekleştirilmiş olduğunu belirtiyor.

Diğer taraftan, gerçek anlamda toplanma alanları Üst Paleolitik dönemde, özellikle de Günümüzden önce 18.000 ila 12.000 yılları arasına tarihlenen Magdalenian kültür ile birlikte Batı Avrupa’da yoğunluk kazanmaya başlıyor. Söz konusu toplanma alanı olarak kullanılan mağaralarda bazı ortak özellikleri görmek mümkün. Bu mağaralar, kalabalık bir nüfusu barındırabilecek ölçüde büyük olan mağaralar olmalarına rağmen kısa süreli bir iskana sahip. Hem bu özellikleri hem de ithal buluntuların varlığı, buraya farklı bölgelerde yaşayan avcı-toplayıcı toplulukların geldiğini ve burada kısa bir süre hep birlikte yaşamış olduklarını gösteriyor. Tarih öncesi toplanma alanlarında biraraya gelmenin temel amacı toplu avcılık yapmaktır. Bir vesile ile biraraya gelen gruplar, avcılığın yanı sıra takas da yapmışlar. Birbirleri ile bilgi alışverişinde de bulunmuşlar. Ritüeller de bu birlikteliğin bir diğer aşamasını oluşturuyor. Söz konusu ritüellerin varlığını gösteren kanıtları da mağara resimleri. 

Prehistorik toplumlar için ritüel kavramını hangi durumlarda kullanıyoruz?

Ritüel terimi içerik yönünden aslında çok geniş kapsamlı bir terim ama kelime anlamıyla düzenli olarak yapılan törenler anlamına geliyor. Prehistorik toplumlar için ne tip ritüellerin yapıldığı tam olarak bilinmiyor ama bu törenlerin daha çok atalar kültü ile ilişkili olduğu düşünülüyor. Bu konuyla ilgili olarak etnoarkeolojik çalışmalar yapılarak günümüzde aynı yaşam biçimine sahip olan Afrika, Avusturalya, Kuzey Amerika ve Sibirya’daki avcı-toplayıcı toplulukların ritüelleri ile karşılaştırmalar yapılıyor. Bu ritüellerde tasvirli sanat ön planda yer alıyor.


C: Alexander Nikolsky / Siberian Times

Söz konusu tasvirlerden yola çıkarak bu avcı-toplayıcı insanların yaşamında animizm, totemizm ve şamanizm gibi inançların önemli bir yer tuttuğu anlaşılıyor. Ritüeller de şamanizm törenlerinin bir parçası olarak totem hayvanları üzerine kurulmuş gibi görünüyor.

Mağaralar, toplumlar arası ilişkilerin gelişmesinde nasıl bir yere sahip?

Hiç şüphe yok ki mağaralar, gruplar arası ilişkilerin gelişmesinde önemli bir yere sahip. Mağaraların kullanılış şekilleri de toplumların sosyal yapısı hakkında bilgi veriyor. Bu bağlamda mağaraların coğrafik, topografik, sosyal ve ikonografik özellikleri belli başlı kriterler olarak kullanılabilir. Her mağara değil ama Üst Paleolitik Dönemde Solutréen ve Magdalenien kültürlerde toplanma yeri olarak kullanılmış olan mağaralar avcı-toplayıcı gruplar arasında özel bir öneme sahip.

Toplanma yeri olarak mağaraların seçilmiş olmasının nedenlerinden biri bu doğal mekânların sembolik önemi. Şaman kozmolojisinde mağaralar aşağı dünyaya geçişi ve ruhlar dünyası ile iletişimi sağlayan özel alanlar olarak biliniyor. Bu büyük mağaralarda normal iskanlara rastlanmıyor, çünkü günlük hayatın burada geçmiş olduğunu olduğunu gösteren bol miktardaki yontmataş buluntu, kemik aletler, yemiş oldukları hayvan kemikleri gibi bulgulara rastlanmıyor. Bu mağaralarda daha çok taşınabilir sanat eserleri ile mağara resimleri görülüyor.


Tarih öncesinde insanların mağarada nasıl yaşadığına dair bir canlandırma.

Söz konusu kamp yerleri, yalnızca mağara resimleri ve ritüeller açısından önem taşımıyor; bu mağaralar ayrıca etraftaki diğer mağaralarda yaşayan grupların belirli dönemlerde, bu dönemler de ilkbahar ve yaz ayları ile sonbahar başı olabilir, biraraya gelip toplu avcılık yaptıkları bölgelerde yer alıyor. Yılın bu dönemlerde yalnızca avcılar değil, kabilenin kadın, erkek, çocuk, yaşlı tüm bireyleri bu mağaralarda toplanıyorlar ve uzun bir süre burada kalıyorlar. Temel amaç avcılık olsa da biraraya gelen bu gruplar malzeme ve bilgi alışverişinde bulunuyorlar. Hatta büyük bir ihtimalle kabileler arasında evlilikler gerçekleşiyor, bu da gen havuzunun çeşitlemesine neden oluyor. Toplanma alanları ile ilgili yapılan antropolojik çalışmalar, bu döngünün yiyecek kaynaklarının yeterliliğine bağlı olarak birkaç hafta ile iki ay süresinde gerçekleşmiş olduğunu ortaya koyuyor.

Prehistorik toplumlar mağaralarda toplanmayı planlı bir şekilde mi yapıyordu?

Eldeki arkeolojik verilere ve ayrıca etnografik çalışmalara bakıldığında mağaralarda planlı bir şekilde toplanmış oldukları düşünülebilir. Ama tabii bu konuda akla gelen ilk soru ne zaman buluşacaklarını nasıl ayarlamış oldukları. Bunun en olası cevabı Ay takvimini kullanmış olmaları olabilir. Paleolitik Çağ insanın çok iyi birer doğa gözlemcisi olduğu düşünüldüğünde, Ay’ın dönüşümlerine bakarak kendince bir takvim oluşturmuş olabilecekleri söylenebilir.

Nitekim Üst Paleolitik Dönem taşınabilir sanat eserleri üzerine önemli çalışmaları bulunan Alexander Marshack, bu buluntular üzerinde yer alan bir takım bezemelerin Ay takvimini işaret ettiğini ileri sürüyor. Marshack, Avrupa’daki farklı buluntu yerlerinde ele geçen birçok taşınabilir sanat eseri üzerinde yer alan 27 ya da 28 adet çizginin Ay takvimindeki günleri yansıttığını belirtiyor. Bu çizgiler bazı örnekler üzerinde de bazen üç ya da dörtlü gruplar halinde görülüyor. Bu grupların da olasılıkla mevsimleri temsil etmiş olduğu düşünülüyor.


Blanchard kemiğindeki kazınmış izler. C: Harvard Üniversitesi, Peabody Müzesi.

Diğer taraftan, bir takım araştırmacı da avcı-toplayıcı grupların daha çok tesadüfi bir şekilde, kaynakların bulunduğu yerlerde, özellikle de av mevsimi sırasında toplanmış olabileceklerini belirtiyor. Belki de bu yüzden sözü edilen toplanma alanları daha çok hayvanların göç yolları üzerinde ya da su kaynaklarının yakınında yer alıyor. Toplanma alanları ile ilgili yapılan antropolojik çalışmalar, bu döngünün yiyecek kaynaklarının yeterliliğine bağlı olarak birkaç hafta ile iki ay süresinde gerçekleşmiş olduğunu ortaya koyuyor.

İklimsel değişiklikler prehistorik toplumların ritüellerinde bir etkiye sahip miydi?

Elbette. Zaten prehistorik insanların yaşamının ve yarattığı kültürlerin oluşmasında değişen iklim ve çevre koşulları çok büyük bir etkiye sahip olmuştur. M. Jochim, mağara sanatının zorlu ekolojik ve sosyal koşullar karşısında bir grup uyumu aracı olarak işlev gördüğünü savunuyor.

İlk modern insanların Avrupa’ya geldikleri günümüzden önce 38.000 ila 34.000 yılları arasında Avrupa’da Würm buzularası dönemin yaşandığı biliniyor. Bu dönemde iklim daha ılıman olmakla beraber buzullar geri çekilmişti. İklimdeki ılımanlaşma ile birlikte bitki örtüsü ve hayvan topluluklarının geniş bir alana yayılmış oldukları dikkat çekiyor. İnsanları bu bölgeye çeken en önemli nedenlerden biri de hiç kuşkusuz ki zengin besin kaynakları. Üst Paleolitik Dönemdeki hem bitkisel hem de hayvansal besinlerin, günümüz avcı-toplayıcıların sahip oldukları besin kaynaklarına oranla daha zengin olduğu görülüyor.


Jochim’e göre yaklaşık günümüzden önce 20.000 ila 25.000 yılları arasına tarihlenen Solutrean kültürde gerçekleşen buzul genişlemesi, insan nüfusunu kuzey ve orta bölgelerden güneybatı Fransa’ya doğru itmişti. Artan nüfus yoğunluğu, yerel kaynaklar üzerinde baskı oluşturmuş, sosyal düzenlemeler hızlanmış ve yeni ritüel davranış biçimleri gelişmişti. Birçok paleoantropoloğa göre, gruplar arasındaki iletişimin artması sonucunda bu dönemden itibaren sanatın Avrupa’daki yayılımı daha hızlı bir şekilde gerçekleşmişti.

Günümüzden önce 17.000 ila 11.000 yılları arasında yaşanan Üst Paleolitik Dönemin son kültürü olan Magdalenian ise mağara resimlerinin yüzde 75’inin yapıldığı dönem olarak biliniyor. Bu kültürün ilk evrelerinde iklim oldukça soğuk olduğu için Paleolitik Çağ insanları Avrupa’nın güneybatı kesimlerine çekilmişken, Orta Magdalenian döneme doğru iklimde meydana gelen ısınmayla beraber daha batıya gitmişlerdi. Magdalenian buluntu yerlerinin benzer tipte sosyal organizasyon göstermeleri kolonileşme şekli ile sosyal organizasyon arasındaki güçlü ilişkiyi yansıtıyor. Magdalenian dönemde söz konusu bölgede mağara resim sanatı gelişmiş ve büyük toplanma alanları ortaya çıkmış ya da yaygınlık göstermeye başlamıştı. Bilinen tüm mağara resimlerinin yüzde 75’i bu döneme tarihlendiriliyor. Bunun en önemli sebeplerinden biri de hiç şüphesiz iklimin ısınması ve buna bağlı olarak nüfusun artması. 

Paleolitik dönemlerde çoğunlukla barınma ihtiyacını karşılayan mağaralar, hangi dönemden itibaren toplanma ve iletişim kurma alanı olarak kullanılmaya başlandı?

Bu mağaralar hala daha barınma ihtiyacını karşılamaktaydı. Toplanma alanı olarak kullanılan mağaralar ise herhangi bir günlük iskân izleri taşımayan mağaralardı. Ancak Lascaux, Altamira, Niaux, Trois Freres ve Tuc D’Audobert gibi mağaraların toplanma alanı olarak kullanılmaya başlanması iklimin soğumaya başladığı günümüzden önce 22.000 ila 17.000 yılları arasına tarihlenen Solutréen kültürden itibaren görülüyor. Ancak esas olarak Magdalenian kültür ile birlikte yoğunluk kazanıyor. Bunun temel nedeni de Würm buzullaşması ile birlikte çok soğuk bir dönemin yaşanması ve Batı Avrupa’daki grupların daha ılıman koşullara sahip olan Fransa ve İspanya gibi Akdeniz kuşağındaki bölgelere gelmesi olabilir.


Rhio Mağarası’nda görülen oyulmuş güney duvarı. C: Sheila Coulson

Diğer taraftan aslında Orta Paleolitik Dönemde Neandertallerin de Avrupa’da bazı mağaraları toplanma alanı olarak kullanmaya başladıkları biliniyor. Bu mağaralar Üst Paleolitik Dönem mağaralarından farklı olarak dar ve küçük mağaralardı. Bu alanlar 4-5 kişiyi alabilme kapasitesine sahipti. Burasının normal bir yerleşim alanından ziyade olasılıkla ritüellerini gerçekleştirdikleri bir çeşit toplanma alanı olduğu düşünülüyor. Mağara konaklamaya uygun bir mekân olmadığı gibi aynı zamanda sürekli aydınlatmaya ihtiyaç duyulacak şekilde oldukça karanlıktı.

Söz konusu mağaralara örnek olarak Fransa’daki Bruniquel Mağarası verilebilir. Bu dar mağara içinde dikitler kabaca iki çember oluşturacak şekilde yerleştirilmiş. Yapılan tarihlendirmeler sonucunda bu düzenlemenin günümüzden 174.000 yıl önce yapılmış olduğu anlaşıldı. Buradaki çemberlerin birden fazla kısmında ve küçük yığınların içinde ateş yakıldığı tespit edildi. Aynı alanda yanmış hayvan kemiği parçaları da saptandı. Çok büyük bir olasılıkla bu içinde yaşamaya uygun olmayan Bruniquel Mağarasında Neandertaller tarafından bir takım ritüellerin yapılmış olduğu düşünülebilir. Bu grup içinde de, aynı Avustralya’daki Aborjin topluluklarında olduğu gibi, ortak ritüeller düzenleyen çevre komşu yerel grupların şamanları yer alıyor. Orta Paleolitik Dönemde, girişi zor olan bazı mağaralar ritüel alanı olarak kullanılmıştı.

Orta Paleolitik dönemde ritüeller için kullanılmış olduğu düşünülen bir diğer buluntu yeri de Afrika’da Botsvana’da Tsodilo Tepeleri’nde yer alan ve günümüzden önce 70.000’e tarihlenen Rhino Mağarası. Günümüzde hala daha bu tepelerde yerliler tarafından ataları için çeşitli törenler yapılıyor. Rhino Mağarası, ulaşılması zor ve oturma tabanı da oldukça küçük olan bir mağara. Mağaranın yer aldığı Tsodilo Tepeleri’nde kolaylıkla ulaşılabilen mağaralar bulunuyor, ancak Rhino mağarası hem yağmur sularının içinde kolaylıkla birikebilmesi ve gün ışığını hiç almaması, hem de mağara ağzından itibaren derinlere doğru daralmasından dolayı insan iskânı için uygun bir mağara değil.

Söz konusu mağaranın giriş kısmındaki kaya 6 metre uzunluğunda olup ağzını açmış olan bir yılan görünümünde. Yüzlerce küçük oyuk tüm kaya yüzeyini kaplıyor. Mağaranın giriş kısmını oluşturan bu kayaya insan elinden çıkma olan oyuklarla bir yılan görüntüsü verilmiş. Yılanın gözü ise yine kayanın doğal oyuntusuyla kendisini belli ediyor. Yılan biçimli kayanın sağında açılan 2 metre derinliğindeki çukurda 100 adet çok renkli mızrak ucunun yanı sıra toplam 13.000 adet arkeolojik buluntuya rastlandı. Uçların yerel olmayan kayaçlardan yapılmış olması ve çoğunun parça halinde bulunmasından dolayı bunların bir kısmının işlenmiş olarak, uzak mesafelerden mağaraya getirilmiş ve burada tamamlanmış olduğu düşünülüyor. Ayrıca söz konusu uçların oldukça özenli bir şekilde yapılmış olması ve kullanılmamış olması da dikkat çekici. Bu uçların bir kısmının uç kısımlarının yakılmış ya da ezilmiş olması da dikkat çekici.

Mağaraların yanı sıra Üst Paleolitik Dönemde bazı açık hava kamp yerlerinin de toplanma yer olarak kullanılmış oldukları biliniyor. Bu tip toplanma alanlarından biri Almanya’da yer alan Gonnersdorf. Gonnersdorf, üç farklı grup tarafından mevsimsel olarak ziyaret edilen ve her ziyaretlerinde farklı hammaddelerden yapılmış kendilerine has aletleri getirdikleri bir toplanma yeri. Bir diğeri ise Peyre Blanque. Bu buluntu yeri Fransa’da Orta Pirenelerin eteklerinde mağara yerleşimleri bakımından zengin olan bölgede çok iyi korunmuş olan bir açık hava yerleşimi olmak dışında mimari kalıntıları ve buluntuları bakımından da oldukça zengin. Yerel olmayan çakmaktaşları, farklı tipte ithal kumtaşları, aşı boyaları ile kuvarsit burada yaşayan insanların daha geni bir sosyal çerçevede ilişki halinde olduklarını ortaya koyuyor.

Eldeki kanıtlar, Peyre Blanque ile Marsoulas mağara yerleşimi arasında bir ilişki olduğunu gösteriyor. Bu bağlantı özellikle her iki buluntu yerinde de ortak görülen yontmataş gelenekleri ve aynı kaynaktan alınan manganez boya malzemesinin kullanımında görülüyor. Bu yüzden Peyre Blanque ve Marsoulas çeşitli özel aktiviteler için kullanılan bir toplanma alanı olarak yorumlanabilir.

Üst Paleolitik Dönemde avcı-toplayıcı gruplar arasındaki ilişkilerin güneybatı Avrupa’da Orta Magdelanian dönemden itibaren artış gösterdiği anlaşılıyor. Bu dönemde Pirenelerde yaşayan grupların ren geyiği, at ve bizon sürülerini 80-100 km arasında bir mesafede takip ederek hem mevsimsel kamp yerlerinin, hem de dağ keçisi, kar tavuğu ve somon avcılığı yaptıkları ana kamp yerlerinin varlığı biliniyor. Bu hareket, Pirenelerin kuzeyindeki etekler ile ovalardaki ana kamp yerlerinden, güneydeki dağlık alanlarda yer alan kamp yerlerine doğru olmuştu.

Kaya sanatı yapılırken kullanılan bir teknik var mı? Bu uygulamalarda hangi aletlerden ve hammaddelerden yararlanılıyordu?

Teknik ve stil sorunları oldukça uzun bir çalışma ve incelemeyi gerektiriyor. Paleolitik sanatçıları çeşitli teknikleri yaratmışlardı. Bunların ortaya çıkışında kayaların doğal kabartıları, sanatçının düşünce yapısı ve yeteneği, doğayı algılama şekli ve görsel hafızası gibi unsurların rolü büyük olmuştu.

Bu bağlamda mağara resimlerinin yapımında üç tekniğin varlığından söz edebiliriz. Boyama, kazıma ve kabartma olarak. Bunlar arasında boyama ve kazıma resimlere kabartma resimlere oranla daha fazla rastlanıyor. Boyalı mağara resimlerinde en çok karşılaşılan renk, kırmızı ve siyah. Siyah renk ya kömürden ya da mineral manganez oksitten elde ediliyor. Manganez, mineral dolgularından elde ediliyor. Kırmızı renk ise büyük oranda aşı boyası ve demir oksitten elde ediliyor. Söz konusu mineraller ezilip toz haline getirildikten su, yumurta, hayvan yağı, kan ya da idrar ile karşılaştırılıp kullanılıyor.


Blombos Mağarası’ndaki erken Homo sapiens’in Taş Endüstrileri. C: Katja Douze, Sarah Wurz, Christopher Stuart Henshilwood

Afrika’da yer alan Blombos Mağarasında söz konusu uygulamalara dair günümüzden 100.000 yıl öncesine ait kanıtlar ele geçti. Mağara tabanında bulunan aşı boyası yumrularının yanı sıra boyaların hazırlanmasında kullanılan büyük boyutlu deniz kabukları in-situ durumda ele geçti. Söz konusu deniz kabukları, boyaların karıştırılmasında kullanılmış olduğu, içlerinde yer alan kırmızı aşı boyası izlerinden anlaşılıyor. Deniz kabuklarının iç kısmında yer alan aşınma izlerinden bunların birçok kez kullanılmış oldukları anlaşılıyor. Ayrıca, boyaların hazırlanmasında kullanılan öğütme taşları da tespit edildi. Bunların yanı sıra ilik yağının çıkarıldığı kırılmış kemikler ile boyayı sulandırmada da su ya da idrarın kullanılmış olduğu düşünülüyor.

Mağara resimlerindeki boya katmanları üzerine yapılan analizler sonucunda Paleolitik Çağ sanatçılarının bizon ya da mamut kürkünden elde etmiş oldukları kürk parçasını, at kılını ya da yosun gibi bitkisel örnekleri bir çeşit fırça olarak kullanmış oldukları görülüyor. Bunların yanı sıra el ya da parmakların direkt olarak boyaya batırılıp duvar üzerine noktaların yapıldığı az miktarda mağara bulunuyor. Benzer bir biçimde, eller boyaya batırıldıktan sonra direkt olarak mağara duvarına iz bırakılıyor. Bunların yanı sıra parmakların bir çeşit boya fırçası gibi kullanarak yapılan hayvan tasvirleri de bulunuyor.

Boyama resimlerde kullanılan bir diğer teknik de püskürtme tekniği. Bu tekniğin uygulanışının iki şekli var. İlki, ezilmiş kömür ya da aşı boyasının ağız içine alınması ve daha sonra bunun kontrollü bir şekilde mağara duvarına püskürtülmesi. Bu direkt olarak ağız yoluyla yapıldığı gibi, kuş kemiği ya da sazlar yardımı ile de yapmak mümkün. Bu teknikten özellikle el izlerinin çıkarılmasında yararlanılıyordu. Birçok buluntu yerinde de bu metotla yapılmış olan noktalar da bulunuyor. Bir diğer metot ise, toz halindeki boyanın avuç içine alınarak mağara duvarına doğru atılması. Boyanın yapışması için de duvara yumurta akının sürülmüş olduğu düşünülüyor.


Deneysel el şablonu yapma çalışması. C: Fernández-Navarro, V., Camarós, E., & Garate, D. (2022).

Mağara resimlerinin yapımında kullanılan bir teknik ise kazıma. Kazıma resimlerde çakmaktaşı kalemlerin kullanılmış olduğu biliniyor. Bu teknikle yapılmış resimlerin bulunduğu mağaralarda çok sayıda taş kalem de bulundu. Örneğin Altamira Mağarasında bu tip çakmaktaşı kalemler bol miktarda ele geçti. Kabartma resimler ise bu üç teknik arasında en zor ve kas gücüne en çok ihtiyaç duyulan tekniği oluşturuyor. Mağara duvarının yapısına ve sanatçının kol gücüne bağlı olarak söz konusu teknikle yapılan tasvirler oldukça derin olabileceği gibi bir kısmı da sığ olabiliyor. Derin olan mağara resimleri üzerinde taş kalemlerin birkaç hareketi görülüyor.

Aşı boyasının kırmızı, sarı, siyah ve turuncu renklerinin var olduğunu biliyoruz. Peki bu renklerin spesifik olarak temsil ettiği şeyler var mıydı?

Aşı boyası doğada kırmızı ve sarı renklerde bulunuyor. Mağara resimlerinde daha önce de belirtildiği gibi daha çok kırmızı ve tonları ile siyah rengin kullanılmış olduğu görülüyor. Belki de diğer renkler de kullanılmıştır fakat günümüze kadar korunarak ulaşamamış olabilir. Bu renklerin spesifik olarak temsil ettiği bir şeyler olduğuna dair elimizde arkeolojik ya da etnoğrafik herhangi bir veri bulunmuyor. Söz konusu renkleri veren hammaddeler doğada rahatlıkla bulunduğu için Paleolitik Çağ insanları mağara resimlerinin yapımında bunları daha çok kullanmış gibi görünüyor. 


Porc-Epic Mağarası’ndan aşı boyası parçaları. C: Rosso, D.E., Regert, M. & d’Errico, F. (2023).

Hammadde kaynakları üzerinden bir alışveriş/takastan bahsedebilir miyiz?

Hammadde kaynaklarından neyi kast ettiğinize bağlı. Eldeki arkeolojik verilere bakılarak takas sisteminin Üst Paleolitik Dönemde başladığını söyleyebiliriz. Alt Paleolitik Dönemde Homo habilis, Homo ergaster ve Homo erectus’un yalnızca yerel hammadde kaynaklarından yararlanmış oldukları biliniyor. Bu dönemde, Paleolitik toplulukların obsidyeni 7-30 km’den daha uzak olmayan kaynaklardan elde etmiş oldukları anlaşılıyor. Bu durum, obsidyen tedariğinin genel avcı-toplayıcı aktiviteleri ile ilişkili olarak gerçekleştiğini ve sırf obsidyen elde etmek için kaynaklara özel ziyaretler yapılmadığını ve herhangi bir takasın olmadığını ortaya koyar. Diğer bir deyişle avcı-toplayıcı gruplar günlük aktivitelerini yerine getirirken gördükleri obsidyen kaynaklarından obsidyeni tedarik edip aletlerini yapmışlar ve beraberlerinde temel yaşam alanlarına getirmişlerdi.

Orta Paleolitik Dönemde ise Mellars, yontmataş aletlerinin 20-30 km, hatta 80-100 km uzaklıktaki kaynaklardan elde edilen kayaçlardan yapılmış olduklarını ve buna bağlı olarak bu grupların mevsimsel olarak daha uzak mesafelere gittikleri ve ayrıca komşu bölgelerde yaşayan gruplar ile bir çeşit takas ilişkilerinin olduğunu belirtiyor. Bu durum, uzak mesafelerden takas usulü ile obsidyen tedariğinin Orta Paleolitik Dönemde Neandertaller ile birlikte başlamış olduğunu ortaya koyuyor. Diğer taraftan, Afrika’da söz konusu dönemde Homo sapiens sapienslerin yaşamış olduğunun da unutulmaması gerekir. Doğu Afrika’da günümüzden önce 125.000’den önceye tarihlenen birçok buluntu yerinde uzak mesafelerden getirilmiş olan az miktardaki obsidyen buluntunun varlığı hammaddelerin uzak mesafeler boyuncaki dolaşımının daha önce başlamış olduğunu ortaya koyuyor.


La Boja: OH4 mikrolit üretimi. C: João Zilhão and José Paulo Ruas.

Üst Paleolitik Dönemde ise, nüfusun artması ile birlikte avcı-toplayıcı grupların da sayısı artmış ve farklı bölgelerde yaşayan avcı-toplayıcı grupların birbirleri ile daha fazla ilişki halinde olmaları ile birlikte takas sistemi gelişmişti. Bu dönemde obsidyenin yanı sıra deniz kabuğu takası da yapılmıştı. Ayrıca prestij ürünlerinin hediye edilmesi de bir diğer takas biçimini oluşturmuştu. Üst Paleolitik Dönemde bu takasın gerçekleştiği en önemli alanlar toplanma yerleri olmalı. Bu tip yerlerde yalnızca malların takası değil ayrıca bilgi alışverişi de yapılıyordu.

Prehistorik toplumların kaya resimlerini yapmalarındaki amaçlar neler olabilir?

Mağara resimlerinin yapılma nedenleri ilk tespit edildikleri dönemlerden itibaren araştırmacıların en çok merak ettiği konulardan biri oldu. Belki kesin nedenini hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz ama günümüzde Avusturalya, Afrika, Sibirya ve Kuzey Amerika’da yaşayan avcı-toplayıcı grupların sanat eserleri ve yaşam şekilleri ile karşılaştırmalar yaptığımız zaman bazı olası nedenlerden bahsetmek mümkün.

San Bushmen kaya resimleri üzerine yapılan çalışmalar, bu resimlerin şaman inançları, ritüelleri ve deneyimleri ile ilişkili olduğunu ortaya koyduğu gibi, toplumların şaman kozmolojisi ve kompleks sosyal ilişkileri ile bağlantılı olduğunu düşündürüyor. Bu bağlamda sosyal ve ritüel aktiviteler bu tip toplanma alanlarında birbirlerine eşlik eden aktiviteleri oluşturuyor. Avcı-toplayıcı grupların sosyal ağlarının başarısı, toplumsal olarak paylaşılan ritüeller ve mağara resimleri gibi sembolik tasvirlere dayanıyor. 

Mağara resimlerinin görüldüğü buluntu yerleri, ritüellerin gerçekleştiği toplanma yerleri olarak sosyal bütünleşmede önemli bir rol oynuyor. Söz konusu ritüeller daha çok animizm, totemizm ve şamanizm gibi inançlarla bağlantılı olmuştu. Bu yüzden de söz konusu ritüellerin gerçekleştiği mağaralarda resimlere sıklıkla rastlanıyor. Bu resimlerde de insanlardan daha çok hayvan tasvirlerinin olması avcılık aktivitelerinin yanı sıra bu hayvanların her bir kabilenin totem hayvanı olduğu değerlendirmesinin yapılmasını mümkün kılıyor. Ancak mağaranın en derin kısımlarında bazı geometrik motifler ya da karışık yaratıklar dikkat çekiyor.


C: Genevieve von Petzinger, Andre Leroi-Gourhan, David Lewis-Williams, Natalie Franklin

Belirli bazı özel durumlarda klan üyeleri, totem hayvanı ile aralarında bulunan akrabalığı, kendilerini dış görünüş bakımından ona benzemek, onun postuna bürünmek, o hayvanın resmini dövme olarak bedenlerine kazıtmak ve buna benzer yollarla vurgulamaya çalışıyorlar. Bunlar da çok büyük bir olasılıkla şamanik törenlerin bir parçası olan transa girdikleri sırada şamanların gördüğü şekiller olmalı. Bu şekilleri mağaranın bu ulaşılması güç ve karanlık olan kısımlarına şamanlar tarafından yapılmış olmalı.  

Magdalenian mağara sanatında 55’ten fazla karışık yaratık (therianthropic) tasvirine rastlandı. Bazı kültürlerde, şamanlar baş kısmı ayrı olan bir hayvan kürkü giyerken, diğer kültürlerde ise hayvan maskesi takıyorlar. 19. ve 20. yüzyıl kaya sanatı örneklerinde bu tip kostümler içindeki şamanlara rastlanıldı. Bazı araştırmacılara göre, Avrupa’da yer alan ve Paleolitik Çağ’a tarihlenen birçok sıra dışı hayvan tasviri şamanların kılavuz hayvanlarını temsil ediyor. Bu tip figürlerde, transın ortasında ruhun uçuşa geçtiği ve şamanın ruhunun kendi vücudunu terk ettikten sonra ruhsal yönden güçlü bir hayvana dönüşümü yansıtılıyor. San Bushmenlere göre, şamanlar ruhsal dünyaya gittikten sonra bazı hayvan özelliklerine sahip oluyor. Kaya resimlerinde yer alan birçok insan-hayvan karışık yaratık da aslında bu şamanların tasviri.

Avustralya’da yaşayan Martu insanlarının uyku zamanı ataları ile ilgili inanışlarında, ata ruhlarının büyük bir büyüsel güce sahip olduklarına inanılıyor. Söz konusu güç, bu kişilerin hayvanların formlarına rahatlıkla girebilmeleri. Bu kişiler kutsal gereçler taşımakta ve birçok takı takıyor. Bunlar, çeşitli yerlerde tasvir olarak ya da nesnelerin arkasına saklanarak bulunmayı bekliyorlar.

Avustralya’da günümüzde avcı-toplayıcı toplulukların kaya resimlerinin yapma amaçları şöyle sıralanabilir.  Bir hikaye anlatmak ya da öğretmek, ergenliğe geçiş törenlerinde kullanmak ve ata ruhlarına fiziksel bir görünüm kazandırmak. Benzer sebepleri Paleolitik Çağ mağara sanatı için de söylemek mümkün gibi görünüyor.

Geçmişteki ve günümüzdeki birçok kültürde mağaralar ruhsal aktivitelerde önemli bir rol oynuyor. Bu yüzden tarih öncesi sanatın yorumlanmasında şamanizm etkisinden bahsetmek oldukça mantıklı. Söz konusu mağara resimlerinde en çok işlenen hayvanlar ve av sahneleri. Hayvan tasvirleri insan tasvirlerinden çok daha fazla. Bu durum, hayvanların bu avcı-toplayıcı insanların yaşamında çok önemli bir yere sahip olduklarını gösteriyor.

Nasıl bir öneme sahip oldukları için avcı-toplayıcı toplumlardaki düşünce ve inanış biçimlerine bakmak gerekebilir. Doğa ile iç içe yaşayan topluluklarda animizm inancı gelişmişti. Animizim inancında doğada bulunan her varlığın bir ruhu olduğuna inanılıyor. Hatta yeni animizmde de bu ruhların aynı insanlarda olduğu gibi kişilikleri olduğuna da inanılıyor. Bu soyut inancın somut hali totemizm olarak biliniyor. Bir klanın insanları belli bir hayvan ya da bitki çeşidini en çok ruh toplayıcısı saymış ve onu kutsal görmüşlerdi.  Aborjin toplulukları bazı hayvanları totem, yani ataları olarak görürler ve soylarının bu hayvanlara dayandığına inanırlar. Totemizmde grup, totemler ile tanımlanmakta ve totemlerin, sahiplerine özel veya insanüstü bir takım güçler sağladıklarına inanılıyor. Avustralya Aborjinlerinde totemin doğaüstü bir gücün görünür işareti olarak kabul edildiği, gruba adını verdiği, kabileyi birbirine bağladığı ve kabilenin atası olarak görüldüğü biliniyor. Kamçatya’da avcılar hayvanların yaşam ve ölüm döngüsünü tamamladığında tekrar doğacaklarına inanırlar ve bu yüzden de hayvanlara ölümden sonraki yolculuklarında eşlik edecek ritüeller düzenlerler. Her bir klan üyesi zaman zaman ritüeller düzenleyerek kendi totemlerinin hareket ve özelliklerini temsil ya da taklit eden törensel danslar gerçekleştiriyor.

Tüm bu verilerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda, hayvan tasvirlerinin bu kadar çok resmedilmesinin nedeni olarak bu hayvanların grupların totem hayvanı olduğu düşüncesi görülüyor. Bu hayvanlar Üst Paleolitik Dönemin başlangıcında aslan, ayı ve mamut gibi vahşi hayvanlar iken, mağara resimlerinin yüzde 75’inin yapıldığı Üst Paleolitiğin son kültürü olan Magdalenian kültüründe at, geyik, bizon ve mamut gibi beslenmelerinde önemli bir yere sahip olan hayvanlar olmuştu.

Mağara resimlerinde hayvan tasvirlerine bu kadar rastlanmamasının bir diğer nedeni de genç avcı adaylarına hayvanlar ile ilgili hikayelerin anlatımı ve hayvanlar hakkında ihtiyaç duydukları bilgilerin verilmesi olabilir. 

Sibirya şamanları, şamanizm inancının avcı-toplayıcı toplumların ortaya çıkışı ile birlikte başladığına inanıyorlar. Avcı-toplayıcı grupların ruh dünyaları da büyük ölçüde hayvanlardan meydana geliyor. Arkeolojik kanıtlar da bu inancın Paleolitik Çağ’da başlamış olduğunu gösteriyor. Paleolitik Çağ’da bu tip ritüellerin gerçekleşmiş olabileceğine dair kanıtlar bulunan mağaraların duvarlarında yer alan hayvan tasvirleri, söz konusu dönemde hem şamanizm hem de totemizm inançlarının olduğunu düşündürüyor.

Şamanların genellikle kendilerine yardımcı olan değişik hayvan ruhları vardır. Şamanlar bu ruhlar sayesinde canlılar dünyasındaki diğer ruhlarla iletişime geçebilir ve bazen kendisi de bizzat bu hayvan ruhları ile konuşabilir. Şamanların törenler sırasında geçici olarak bir hayvana dönüşmesi oldukça yaygın. Şamanizm ile ilişkili törenlerde şamanların hayvan kılığına girdikleri biliniyor. Bu şekilde trans sırasında hayvan ruhlarının bedenlerine girdiklerine inanılıyor. Duvarlardaki resimlerin, bu törenler sırasında iki dünya arasında seyahat eden şamanların erk hayvanlarını temsil ettikleri düşünülüyor. Mağara duvarlarından çıkarmış gibi resmedilmiş olan hayvan resimlerinin, ruhlar âleminden gerçek dünyaya geçişi simgeledikleri düşünülüyor.

Ritüeller sırasında klan üyeleri, totem hayvanı ile aralarında bulunan akrabalığı, kendilerini dış görünüş bakımından ona benzemek, onun postuna bürünmek, o hayvanın resmini dövme olarak bedenlerine kazıtmak ve buna benzer yollarla vurgulamaya çalışırlar. Bu tipteki hayvan başlı ve insan vücutlu karışık yaratık tasvirlerine mağara resimlerinde sıklıkla rastlanıyor. Hiç şüphe yok ki bu figürler şamanları tasvir ediyor. Belki de söz konusu mağaralarda yapılan ritüellerin bir parçası olarak mağara duvarlarına özellikle de mağaraların en dipteki kısımlarına yapılmışlardı. Bu inanışın bir parçası olarak klan üyeleri, totem hayvanı ile aralarında bulunan akrabalığı, kendilerini dış görünüş bakımından ona benzemek, onun postuna bürünmek, o hayvanın resmini dövme olarak bedenlerine kazıtmak ve buna benzer yollarla vurgulamaya çalışırlar.

Hayvan tasvirleri ile ilgili bir diğer görüş ise atalar kültü ile bağlantılı. Günümüzde yaşayan birçok avcı-toplayıcı toplulukta ölen atalar daha sonra avlanıp dahil oldukları toplumlara gerekli besini sağlamak ve avlanmak üzere farklı hayvanlar şeklinde dünyaya tekrar geliyor.  Bu topluluklarda ataların kültürel etkinliklerle hatırlanması onları yeniden hayata döndürüleceği anlamına geliyor.

Mağara resimlerinde yalnızca figüratif tasvirlere değil ayrıca geometrik tasvirlere de rastlanıyor. Thomas Dowson, nöropiskoloji modelini kaya sanatına uygulayan ilk araştırmacı. Burada özellikle gözün görebildiği geometrik şekiller üzerinde durdular. İnsanın sinir sistemi, trans halinde iken birçok soyut görüntü oluşturuyor ve Lewis-Williams ile Dowson Afrika kaya sanatı ile Avrupa’daki Paleolitik Çağ mağara resimleri üzerinde yer alan bazı geometrik işaretlerin bu translar sırasında görülen şekiller olabileceğini belirtiyor. Bu yargısını desteklemek için Lewis-Williams, Güney Afrika’da yaşayan San Bushmen insanları gibi günümüz avcı-toplayıcı toplulukları ile etnografik karşılaştırmalar yaptı. Bu grup, kayaların üzerine yaptıkları birçok resim ile trans sırasında, hastalıkları iyileştirmek için onlara güç veren ruhlar dünyası ile nasıl ilişki haline girdiklerine dair hikayeler anlatıyor.

Bunların yanı sıra Paleolitik Çağ mağara resimlerinde en erken dönemlerden itibaren görülen el izlerinin yapılma amacıyla ilgili farklı görüşler bulunuyor. Mağaraların ruh dünyasının kendisi olduğu ve şamanların görülerini duvarlarda yeniden canlandırarak yer altı dünyasının ruhlarını ortaya çıkarabildiği düşünülüyor. Bu çerçevede kaya yüzeyi, duvarın diğer tarafında bulunan insanlar ve yeraltı dünyası arasında bir zar görevi görmekte ve mağaralar da şamanlar için bu dünyadan öteki dünyaya geçiş kapılarını temsil ediyorlar. San Bushmenlere ait kaya resimlerinin birçoğunda bir insan ya da hayvan bir çatlaktan içeri girer ya da dışarı çıkar. Muhtemelen kaya sığınakları ya da mağaralar, ruhlar dünyasının girişleri ve duvarın kendisi de canlıların dünyası ile doğaüstü dünyayı birbirinden ayıran bir tür perde. Mağaraların ruh dünyasının kendisi olduğu ve şamanların görülerini duvarlarda yeniden canlandırarak yer altı dünyasının ruhlarını ortaya çıkarabildiği düşünülüyor.

San Bushmenlere göre boyanın kendisi bile bir güç nesnesi. Bir kişi sadece resme bakarak değil, elini üstüne koyarak bu gücü emebilir. San Bushmenler hem resimlerine bakıyor hem de onlara dokunuyor. Kaya sığınakları ve mağaralardaki bazı duvar resimleri tekrarlanan el teması nedeniyle aşınmış. Paleolitik Çağ resimli mağaralarında da mağara sakinleri sanki kayadan bir şey, belki de bir güç çekermiş gibi duvarda el izleri bırakmışlar. Gargas mağarasındaki el izlerinin bir kısmı, içlerine kemiklerin yerleştirilmiş olduğu mağara çatlaklarının yakınında yer alıyor. Mağaranın sadece bir gözünde iki yüzden fazla el izi bulunuyor. El geri çekildiğinde kalan iz ruhlar dünyasıyla temas kurulduğuna dair bir kanıt oluşturuyor.

Mağara sanatının en yoğun olduğu mağaralardan kısaca bahsedebilir misiniz?

Mağara sanatının en yoğun olduğu mağaraların büyük bir kısmı Güneybatı Fransa ile Kuzeydoğu İspanya’da yer alıyor. Günlük yerleşim görmeyen ve daha çok toplanma alanı olarak kullanılan mağaralar şeklinde.

Paleolitik Çağ mağara resimleri denince akla gelen ilk mağara hiç şüphesiz ki Fransa’da yer alan Lascaux Mağarası. Lascaux Mağarası Üst Paleolitik Dönem ile tarihlendirilen yaklaşık 600 adet mağara resmi ile en çok tasvirin saptandığı toplanma alanı olarak kullanılan mağaraların başında geliyor. Burada yapılan tarihlemeler sonucunda söz konusu mağaradaki resimler günümüzden önce 20.000 ila 17.000 yılları arasına tarihlendirildi. Buradaki en ilgi çekici özelliklerden biri, mağaradaki gözlerin ve koridorların her birinin bir hayvana ayrılmış olması. Yalnızca kuyu olarak adlandırılan mağaranın en derin kısmında “tarihteki en eski trajedi” olarak tanımlanan ünlü “kuyu sahnesi” yer alıyor. Bu sahnede av sırasında ölen bir şaman tasviri yer alıyor.  Söz konusu yapım tekniği açısından incelendiği zaman, bu resmi tek bir kişinin değil en az üç kişinin yapmış olduğu sonucuna varıldı. Bu da, girilmesi çok zor olan ve en fazla 10 kişinin varlığına izin veren mağaranın bu en derin ve en dar odasında çok büyük bir ihtimalle her bir klanın şamanlarının bazı törenler yapmış oldukları düşünülüyor. Nitekim bu kısımdaki resimler ile mağaranın diğer kesimlerinde yer alan tasvirler de konu ve içerik bakımından farklılıklar gösteriyor. Bu kısımdaki resimler ünlü “büyücü” tasviri gibi, karışık yaratıklardan meydana geliyor. 


Lascaux Mağarası’ndan bir çizim, Montignac, (Dordogne). C: Pixabay

Mağaraların en dip kısımlarında ise toplumun önde gelen kişileri, çok büyük bir olasılıkla da şamanlar aşağı dünyadan gelen yaratıklarla karşılaşmaktadır. İşte, ritüeller, mağaralarda genellikle en dipte, en dar ve en karanlık kısmı olan bu alanlarda gerçekleştirilmişti. Bunun en başlıca sebebi, bol ışık alan ve günlük hayatın geçtiği giriş kısmının bu tip aktiviteler için uygun olmaması. Karanlık, toplu ritüellerin gerçekleştiği alanların temel özelliğini oluşturuyor ve özellikle az sayıda insanların törenlerini gerçekleştirdikleri yerlerin karanlık olmasına özen gösteriliyor. Bunun yanı sıra, şaman inanışında ya da atalar kültü ile bağlantılı olan inanışlarda, mağaraların en dip ve karanlık olan kesimlerinin aşağı dünyayı temsil ettiği görülüyor. Mağaralar içinde yer alan geçit ya da koridorların da aşağı dünyaya ulaşmada bir çeşit geçit görevi üstlendiği düşünülüyor.

Toplanma alanı olarak kullanılan büyük mağaralardan bir diğeri de İspanya’da yer alan Altamira Mağarası. Günümüzde denizden 2 km uzaklıkta yer alan mağara, önemli su kaynaklarının yakında bulunmakta olup ala geyiklerinin bol miktarda yaşadığı bir bölgede. Bu durum bize, civardaki mağaralarda yaşayan Üst Paleolitik Dönem gruplarının toplu avcılık yapmak için bu bölgeye gelmiş olduklarını gösteriyor. Mağarada en çok tasvir edilen hayvan olarak kırmızı bizonlar görülüyor. Olasılıkla Altamira çevresindeki küçük mağara ya da kamp yerlerinde yaşayan gruplar av mevsimi sırasında bu büyük mağarada toplanarak hem avlanıp, hem de sosyal ilişkiler kurup ritüellerini gerçekleştiriyorlardı. Şüphesiz ki bu görüşü destekleyen en güçlü kanıtlar, mağaradan ele geçen arkeolojik veriler.

Mağaranın 34-45 cm kalınlığındaki kültür dolgusunda çok zengin bir kemik ve boynuz endüstrisinin yanı sıra oldukça fakir bir yontmataş topluluğu, bol miktarda deniz kabuğu ile hayvan kalıntılarına rastlanıldı. Bunun yanı sıra mağara gerek resimler, gerekse üzeri bezemeli olan kemik ve boynuz buluntular bakımından oldukça zengin. Bu eserler üzerinde yer alan tasvirlere bakıldığı zaman söz konusu hayvan tasvirlerinin farklı kişiler tarafından yapılmış olduğu anlaşılıyor. Ayrıca, mağaranın büyük odası olarak adlandırılan kısımda yer alan kırmızı boyamaların farklı stil ve konsepte yapılmış oldukları dikkat çekiyor. Bunların yanı sıra bizon, at ve diğer hayvan figürünün de birçok farklı elden çıkmış olduğu fark edildi. Mağaradan ele geçen hem hayvan kalıntıları, hem de diğer buluntular, çevrede yer alan mağaralarda bulunan örneklere göre daha büyük ölçüde ve çeşitte.

Tüm bu veriler Altamira Mağarası’nın Magdalenian dönemde, başlıca aktivitesi avcılık olan, ancak bunun yanı sıra toplu bir şekilde kemik ve boynuz işlemeciliğinin yapıldığı, bu esnada da gruplar arasında malzeme ve fikir alışverişinin yanı sıra ritüellerin gerçekleştirildiği büyük bir toplanma alanı olduğu söylenebilir. Özellikle kemik ve boynuz buluntular üzerindeki bezemelerin çok çeşitli olması ve bu bezemelerin bölgede yer alan diğer buluntu yerlerinden ele geçen kemik ve boynuz eserleri üzerinde de görülmesinden dolayı Altamira Mağarası’nın Magdalenian dönemde bir toplanma alanı olarak kullanılmış olduğu sonucuna varıldı.


Trois-Frères Mağarası’ndan bir çizim. C: Wikimedia Commons

Fransa’da yer alan Trois Fréres ve Enléne mağaraları da Üst Paleolitik Dönemdeki sosyal organizasyon hakkında oldukça önemli bilgiler veriyor. Magdalenian’de 60 metre uzunluğunda dar bir koridorla birbirlerine bağlanan bu iki mağara kullanım yönünden farklılık sergiliyor. Duvarlarında resimlere rastlanılmayan Enléne Mağarasında ve iki mağarayı birbirine bağlayan koridor kısmında taşınabilir sanat eserleri de dahil olmak üzere birçok arkeolojik buluntuya rastlanılmışken, Trois Fréres Mağarasında resimler dışında herhangi bir buluntu ele geçmedi. Bu durum şu şekilde açıklanabilir; bu iki mağara bir bütün olarak toplanma yeri olarak kullanılmış olmalı; bunlardan Enléne daha çok gelen grupların toplandığı ve günlük aktivitelerini geçirdikleri alan iken, dar bir koridorla ulaşılan Trois Fréres Mağarası da ritüllerin yapıldığı alan olmalı. Trois Fréres Mağarasının en ilgi çekici tasviri ünlü “büyücü” resmi. Bu tasvirde, ren geyiği boynuzlu, baykuş gözlü, ayı pençeli, insan sakallı ve ayaklı bir yaratık temsil edilmiş. Aynı mağarada ayrıca bir de bizon başlı, flüt çalan bir insan figürü daha tespit edildi. Bu tipteki insan-hayvan tasvirlerinin kökeni şamanizm inancında yatıyor. Bunlar olasılıkla tören kıyafetlerini giymiş ve ruhsal dünyaya giden şamanlar ya da başka dünyalara doğru olan yolculuklarında şamanlara kılavuzluk eden ruhsal varlıklar.

Avrupa’daki bu mağaralarda şimdiye kadar saptanan kaya resimlerinde çoğunlukla hangi hayvanlar ve sahneler tasvir edilmişti?

Avrupa’daki mağaralarda Paleolitik Çağ’da en çok resmedilen hayvanlar memeliler grubuna ait. Söz konusu memeli hayvanlar arasında en çok atlar, bunu sırasıyla bizon, mamut ve geyikler takip eder. Ancak ilginç bir şekilde Üst Paleolitik Dönemin başlangıcında aslan, ayı ve gergedan gibi yırtıcı hayvan tasvirlerine daha çok rastlanmakta iken, günümüzden önce 25.000’lerden itibaren yukarıda sıralanan ve besin ekonomisinde önemli bir yere sahip olan otçul hayvanların daha çok resmedilmiş oldukları gözlemleniyor. Bunun başlıca sebebi olarak da otçulların Paleolitik Çağ insanının besin ekonomisinde önemli bir yere sahip olması. Bunun dışında son yıllarda etnografik verilerden yola çıkarak en çok savunulan görüşlerden biri de ataların hem bilgi vermek hem de yaşamak için gerekli kaynakları oluşturmak amacıyla hayvan formuna girerek dünyaya geri döndüklerine inanmış olmaları yönünde.

Etnografik verilere göre avcı-toplayıcı grupları doğayı verici ve alıcı olarak görüyor. Bu yüzden de doğaya büyük ölçüde bağımlılar. Bunların resmedilmesinin temel nedeni doğa ile iç içe yaşayan toplumlarda görülen totemizm inancı. Totem, çoğunlukla klanın bütünüyle özel bir ilişki içinde bulunan, genellikle eti yenilebilen ve zararsız ya da tehlikeli ve korkulan bir hayvan, seyrek olarak da bir bitki ya da yağmur, su gibi doğal bir olgu. Totem her şeyden önce klanın ortak atası aynı zamanda da onlara gelecekten haberler ileten, çocukları gözeten koruyucu ruhu ve yardımcısı. Totemizm de gruplar totemler ile tanımlanmakta ve totemlerin, sahiplerine özel veya insanüstü bir takım güçler sağladıklarına inanılıyor. Şamanların törenler sırasında geçici olarak bir hayvana dönüşmesi oldukça yaygın. Her bir klan üyesi zaman zaman ritüeller düzenleyerek kendi totemlerinin hareket ve özelliklerini temsil ya da taklit eden törensel danslar gerçekleştiriyor.

Bunların yanı sıra geometrik/soyut tasvirler de bulunuyor. İnsan ve hayvan tasvirleri figüratif sanat eserleri olarak değerlendirilirler. Bunlar genellikle gerçek dünya ile ilişkili. Bunun aksine geometrik şekiller genellikle figüratif olmayan ve gerçek dünya ile ilişkili olmayan soyut işaretler olarak yorumlanıyor. Tüm Avrupa’da toplam 32 tipte adet geometrik işaret tespit edildi. Özellikle Fransa’da yer alan mağaralardaki resimlerin yüzde 70’i soyut işaretlerden meydana gelirken, yalnızca yüzde 30’u hayvan tasvirlerinden oluşuyor. Bunların büyük bir çoğunluğu Fransa ve İspanya’da olmak üzere, İtalya ve Portekiz’de de bulunuyor. Bu durum söz konusu işaretlerin Afrika’dan ilk gelen Homo sapiens sapienslerin ürünü olduğu ve bu geleneği Afrika’dan özellikle Avrupa’nın güney kesimine getirmiş olduklarını ortaya koyuyor.  Bu semboller çoğu zaman tek başlarına resmedilmişken, bazen de bir figürün yakınında yer alıyor. Bunlar belki de bir kabileyi ya da yılın belli bir zamanını temsil ediyor olabilir.

El izlerinin mağara sanatında önemli bir sembol olduğunu biliyoruz. Bu el izleri kimlere ait olabilir? İstatiksel olarak bize herhangi bir bilgi veriyor mu?

Paleolitik Çağ Avrupa mağara sanatında en çok görülen tasvirlerden biri de el izleri. Daha çok boyanın püskürtme tekniğiyle uygulanması sonucunda elde edilen bu figürlerin en erken örneklerine günümüzden önce 66.700’den itibaren rastlanıyor. Ayrıca yalnızca Avrupa’da değil Uzakdoğu’da da rastlanıyor. Endonezya adası olan Sulawesi’deki Leang Timpuseng Mağarasında saptanan el izi günümüzden önce 39.900’e tarihlendiriliyor. En çok Aurignacien ve Gravettian kültürlerinde izlerine rastlanan el izlerinin günümüzden önce 20.000’lerden itibaren popülaritesi azalıyor ve günümüzden 13.000 yıl önce tamamen ortadan kalkıyor.


Leang Sakapao el şablonları, Sulawesi, Endonezya. C: Taçon, P. S., Tan, N. H., O’Connor, S., Xueping, J., Gang, L., Curnoe, D., … & Kong, S. (2014).

Paleolitik Çağ mağara resimlerinde görülen el izlerinin ne anlama geldiğine yönelik olarak çeşitli hipotezler ileri sürülüyor. Her ne kadar bunlar belli bir şekle sahip olduğu için figüratif olarak kabul ediliyor olsa da, diğer bir taraftan da sembolik bir anlama sahip. Söz konusu el izleri, mağarada bulunduklarını bir işareti olabileceği gibi, bir kişinin ya da bir grubu sembolize eden bir işaret olarak da kabul edilebilir. Tüm bunlarla bağlantılı olarak el izleri, avcıların birbirlerine ilettikleri mesajlar da olabilir.

El motifi uzun bir süre boyunca ata gücünün bir sembolü olarak kullanılıyor. El izlerine, Aborjinler tarafından yapılan kaya resimlerinde de rastlanıyor ve bunlar bir tür imza olarak kullanılıyor ve sanatçının ruhsal damgası olarak kabul ediliyor. Diğer taraftan Amerika’daki kaya resimlerinde genellikle spiral motiflerinin yakınında yer alıyor. La Cienega ve Üç Nehir’de olduğu gibi motife dahil edilmiş bir spiralin olduğu yerlerde, bunlar eller aracılığıyla yöneltilen şifa enerjisinin tasvirleri olabilir.

San Bushmenlere göre boyanın kendisi bile bir güç nesnesi. Bir kişi sadece resme bakarak değil, elini üstüne koyarak bu gücü emebilir. San Bushmenler hem resimlerine bakmakta hem de onlara dokunuyorr. Kaya sığınakları ve mağaralardaki bazı duvar resimleri tekrarlanan el teması nedeniyle aşınmışlar.  Paleolitik Çağ resimli mağaralarında da mağara sakinleri sanki kayadan bir şey, belki de bir güç çekermiş gibi duvarda el izleri bırakmışlar. Gargas Mağarasındaki el izlerinin bir kısmı, içlerine kemiklerin yerleştirilmiş olduğu mağara çatlaklarının yakınında yer alıyor. Mağaranın sadece bir gözünde iki yüzden fazla el izi bulunuyor. El geri çekildiğinde kalan iz, ruhlar dünyasıyla temas kurulduğuna dair bir kanıt oluşturuyor.

Gerek boyalı gerekse siluet tarzında olan el izleri Avrupa’daki 26 mağarada tespit edildi. Bunlar hem kadınlara hem de erkeklere ait el izleri. El izlerinin hangi cinsiyete ait olduğunu saptamak günümüzde oldukça kolay. Kadın işaret ve yüzük parmakları aynı ölçüde iken, erkeklerde yüzük parmağı çoğunlukla işaret parmağından daha uzun. Bu ölçü dikkate alınarak, Fransa’da yer alan Gargas ve Pech-Merle Mağaraları ile İspanya’da yer alan El Castillo Mağarasındaki el tasvirleri ölçüldü ve bunların yüzde 75’inin kadınlara ait olduğu tespit edildi.

Güneybatı Avrupa’da yer alan mağaraların bir kısmında çocuk el ve parmak izlerine de rastlanıldı. Bunlardan en küçüğü Fransa’da yer alan Cosquer Mağarası’nda yer alıyor. Fontanet Mağarası’nda da 5 yaşında bir çocuğa ait el izi tespit edildi. Araştırmacılar mağaralarda tespit edilen el izlerinin yüzde 20’sinin erişkin olmayan bireylere ait olduğunu belirtiyor. Bu mağaralardaki parmak izlerinin yaklaşık yüzde 90’nın çocuk ve ergenlere, geri kalanının ise erkek erişkinlere ait olduğu anlaşılıyor. Bunların varlığı söz konusu mağaralarda gerçekleştirilen törenlere çocukların da bir şekilde katılmış olduklarını ortaya koyuyor. Bu törenlerin büyük bir kısmı ergenliğe geçiş törenleri ile ilişkili olmalı.

Üst Paleolitik dönemde ergenliğe geçiş törenlerinin varlığı ile ilgili belirgin örnekler neler? Ergenliğe geçiş törenleri olduğu nasıl saptanıyor?

Etnografik kanıtlar, geleneksel toplumlarda, çocuk ve erişkinlerin, kutsal ruhların bulunduğu izole alanlarda ergenliğe geçiş törenleri yaptıklarını kanıtlıyor. Bu törenlerin aynı Avustralya’daki avcı-toplayıcı topluluklarda olduğu gibi erkeklere özgü ergenliğe geçiş törenleri ile ilişkili olduğu düşünülüyor.

Üst Paleolitik Dönemdeki ergenliğe geçiş törenlerinin varlığı ile ilgili en belirgin örneklerden biri günümüzden önce 13.000-12.000 yılları arasına tarihlendirilen Dell’Addaura Mağarası’nda tespit edilen kazıma resim. Mağara girişinden çok da uzak olmayan duvarda, ortada 17 insan figürü ile etraflarında geyik, at ve yabani öküz tasvirleri resmedilmiş. Ana kompozisyonu, çoğunun cinsiyeti anlaşılamayan insan figürleri oluşturuyor. Bunlar sırtları bükülmüş olan ve yatay olarak uzanmış ikili erkek figürü halinde gruplanmışlar. Her iki figürde de omuzlarından bacaklarına kadar uzanan ve ip olarak yorumlanan çizgiler bulunuyor ve bir adamın gövdesi ayakları ve bacaklarından anlaşıldığı kadarıyla bükülmüş bir şekilde. Bu iki figürün etrafında yer alan insanlar ise yürüyormuş ya da dans ediyormuş gibi görünüyor ve en azından dört tanesi kuş gagası takıyormuş izlenimi veriyor. Olasılıkla burada erişkinliğe geçiş törenine katılmış olan erkekler gösteriliyor.


Grotta Addaura III’te, kazıma yöntemi ile yapılan gravürler. C: Wikimedia Commons

Paleolitik Çağ’daki ergenliğe geçiş törenlerinin varlığını gösteren bir diğer arkeolojik veri ise mağara tabanlarında saptanan ayak izleri. Mağaraların en dip kısımlarında ayak izleri tespit edilmiş olan mağaralara genellikle Pireneler bölgesinde rastlanılıyor. Bunlar arasında Tuc d’Audobert, Bédeilhac, Gargas, Massat, Labouiche, Fontanet ile Niaux mağaraları bulunuyor. Bunlar arasında en tanınmış olanı ve toplanma alanı olarak kullanılmış olduğu düşünülen mağara Tuc d’Audoubert. Buradaki ayak izleri ergen çocuklara ait ve izlerden anlaşıldığı kadar bazı yerlerde topukları üzerinde yürümüşler. Bu el ve ayak izlerine Paleolitik Çağ mağaralarında rastlanılmış olması, ayrıca bunların genellikle mağaraların ulaşılması güç olan en dip kısımlarında bulunması bu mağaralarda da ergenliğe geçiş törenlerinin yapılmış olduğunu gösteriyor. 

Mağara sanatının Anadolu’da örnekleri var mı? Bu alanlar ziyarete açık mı?

Anadolu’da mağara resimlerinden daha çok kaya resimleri bulunuyor. Ancak bu resimler Avrupa’da olduğu gibi Üst Paleolitik Dönem ile tarihlendirilmiyor. Söz konusu mağara ve kaya resimleri Epipaleolitik Dönemin sonu ile Neolitik Çağ’ın başlangıcı ile tarihlendiriliyor. Söz konusu mağara resimlerinden en ünlüsü Antalya, Belek’te yer alan Beldibi Mağarasında yer alan boyalı resimler. Ayrıca yine Antalya ili sınırları içinde yer alan Öküzini’de de tespit edilen ve mağaraya adını veren bir öküz tasvirinin varlığı yayınlardan biliniyor. Ne yazık ki Anadolu’daki resimler Avrupa’dakiler gibi gerçekçi bir şekilde değil de daha şematik bir biçimde yapılmış.

Kaya resimleri ve petroglifler (Boya ile birlikte ya da boya kullanılmadan kaya yüzeylerinin vurarak, kırarak ya da çizerek deforme edilerek yapılan tasvirler petroglif olarak tanımlanır) bakımından Anadolu’nun en zengin bölgesi Doğu Anadolu bölgesi. Bu bölgede yoğunluk kazanmasının nedenleri arasında bölge içinde bu konu ile ilgili araştırmaların daha fazla yapılmış olması. Doğu Anadolu Bölgesinin petroglifler bakımından en zengin buluntu yerlerinden biri olan Tirişin Yaylası Van-Hakkari illeri arasında yer almakta olup, petrogliflerin bulunduğu alan deniz seviyesinden yaklaşık 2500-3000 metre yükseklikte ulaşılması oldukça güç olan yüksek ve kayalık arazilerde bulunuyor. Ayrıca 1938 yılında E Pittard Adıyaman yakınlarında prehistorik kazımalar saptadı. Söz konusu kazımalar Adıyaman-Malatya yolu üzerinde bulunan Palanlı Mağarasında saptandı. Tüm figürler geyiklerden oluşuyor. Burada en azından yedi adet hayvan figürü saptandır. Bunların hepsi konturlar şeklinde yapılmış ve gözler gibi detaylar işlenmemiş. Diyarbakır yakınlarındaki Sinek Çayı Kaya Sığınağında da toplu bir geyik avı sahnesi tespit edildi.


Tirişin yaylasından bir petroglif örneği.

Yine Epipaleolitik Dönem sonu ile Neolitik Çağ’ın başlangıcına tarihlenen bu kaya resimleri ve mağara resimlerinde en çok resmedilen figürlerin dağ keçisi ve geyik gibi Anadolu’da söz konusu dönemlerde en çok avlanan hayvanlar olduğu dikkat çeker. Bunların yanı sıra daha çok dans eder ya da avlanırken resmedilmiş olan insan tasvirleri de bulunuyor.

Zaman ayırdığınız için çok teşekkürler! Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Paleolitik Çağ insanları yaşadıkları dönemde hayatta kalmak gibi çok zor bir şeyi başardılar ve yarattıkları kültür kalıntıları ile tarihin bu ilk dönemindeki yaşantıları hakkında bilgileri günümüze ulaştırabildiler. İlk taş aleti yapmaları ile başlayan süreçte, ateşi fark edip, kontrol altına almayı, kullanmayı, yakmayı öğrendiler. Bunlar insanlık tarihi için çok önemli keşiflerdi. Bunlarla yetinmeyip ilk kulübeleri inşa edip, değişik av tekniklerini geliştirdiler. Bunların hepsi hayatta kalabilmeleri için önemliydi. Daha sonrasında ise entelektüel düşünce tarzları gelişti ve somut dünyanın yanı sıra soyut bir dünyanın olabileceğini de hayal ettiler. Ölümü kabul ettikleri gibi bir taraftan da ölümle birlikte her şeyin biteceği fikrini ret edip, ölümden sonra bir hayatın olduğunu düşünmüş olmalılar. Ayrıca hikaye anlatıcılığının varlığını destekleyen en önemli kanıt olarak sanatsal aktivitelerde bulundular. Mağara resimleri de özellikle figüratif sanatın en önemli kanıtını oluşturuyor. Sanatın varlığı bu insanların düşündüğümüzden çok daha zeki insanlar olduklarını ortaya koyuyor.

 

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için