Blog

Şuu25

Fil Fosili Hindistan’da Bilinen En Eski Kasaplık Kanıtını Taşıyor

Kategori: Arkeoloji ve Sanat Haberleri  |  Yorum: 0 yorum

etiketler  FilHindistanKasaplıkKeşmirPalaeoloxodonPamporePleistosenTürkmenistan



Fil Fosili Hindistan’da Bilinen En Eski Kasaplık Kanıtını Taşıyor

Söz konusu fosillerin kendisi de oldukça nadir. “Journal of Vertebrate Paleontology“de yayımlanan ikinci çalışmada araştırmacılar, Palaeoloxodon adlı soyu tükenmiş bir fil cinsine ait kemikleri tanımladılar.

 

Begüm Bozoğlu - www.arkeofili.com

 

Orta Pleistosen dönemi sonlarında, yaklaşık 300 ila 400 bin yıl önce, Keşmir Vadisi’nde bir nehrin yakınında en az üç fil akrabası öldü. Çok geçmeden tortu tabakalarıyla kaplandılar ve modern insan ataları tarafından yapılmış 87 taş aletle birlikte korunarak günümüze ulaştılar.

Kazı aşamasındaki fil kafatası. (C: Quaternary Science Reviews (2024). DOI: 10.1016/j.quascirev.2024.108894)

Bu fillerin kalıntıları ilk olarak 2000 yılında Pampore kasabası yakınlarında ortaya çıkarıldı, ancak, fosillerin hangi türe ait olduğu, ölüm nedenleri ve insan müdahalesine dair kanıtlar bugüne kadar bilinmiyordu.

Florida Doğa Tarihi Müzesi’nde omurgalı paleontolojisi küratörü olan Advait Jukar’ın da aralarında bulunduğu bir araştırma ekibi, Pampore alanından elde edilen bu fosiller üzerine iki yeni makale yayımladı. Makalelerden birinde araştırmacılar, fil kemiğinden yontulmuş kemik yongalarını keşfettiklerini duyurdu. Bu durum, erken insanların ilik (yüksek enerjili yağ dokusu) elde etmek için kemiklere kasıtlı darbeler indirdiklerini gösteriyor. Quaternary Science Reviews dergisinde yayımlanan bu bulgular, Hindistan’da hayvan kasaplığına dair bilinen en eski kanıt niteliğinde.

Söz konusu fosillerin kendisi de oldukça nadir. “Journal of Vertebrate Paleontology“de yayımlanan ikinci çalışmada araştırmacılar, Palaeoloxodon adlı soyu tükenmiş bir fil cinsine ait kemikleri tanımladılar. Bu cinsin üyeleri, günümüz Afrika fillerinin ağırlığının iki katından fazlaydı. Daha önce bu türe ait yalnızca bir kemik seti keşfedilmişti, ancak bu çalışmada incelenen fosiller, şimdiye kadar bulunan en eksiksiz örnekler arasında yer alıyor.

Bugüne kadar Hindistan alt kıtasında keşfedilen tek hominin fosili Narmada insanı oldu. Hem eski hem de daha yeni hominin türlerinden özellikler taşıyan bu fosil, Hindistan alt kıtasının erken insan göçlerinde önemli bir rol oynadığına işaret ediyor. Fosilin 1982’de keşfedilmesinden önce, paleontologlar, atalarımızın bu bölgedeki varlığına dair yalnızca taş aletlerden elde edilen dolaylı kanıtlara sahipti.

Jukar, “Öyleyse soru şu, bu homininler kimdi? Bulundukları çevrede ne yapıyorlardı? Büyük av peşinde miydiler? Artık en azından Keşmiş Vadisi’nde kesin olarak biliyoruz ki, bu homininler fil yiyordu,” diyor.


Bilim insanları, Orta Pleistosen dönemindeki bir alanda taş aletler, kemik parçaları ve nadir fil kalıntılarını inceledi. Bulguları, dev fillerin ve insanların evrimine ışık tutuyor. (C: Chen Yu)

Pampore bölgesinde ilik çıkarmak için kullanıldığı düşünülen taş aletler, yerel bölgede bulunmayan bir kaya türü olan bazalttan yapılmıştı. Paleontologlar, hammaddelerin başka bir yerden getirildiğini ve aletlerin burada tamamen yontularak şekillendirildiğini düşünüyor. Yapım tekniklerine dayanarak, bölgenin ve taş aletlerin yaklaşık 300.000 ila 400.000 yıl öncesine ait olduğu sonucuna vardılar.

Daha önce, Hindistan’da kasaplığa dair en erken kanıt on bin yıldan daha eskiye gitmiyordu. Jukar’a göre bunun nedeni, belki de insanların yeterince yakından bakmamış olması veya yanlış yerde örnek alıyor olması olabilir. Ancak şimdiye kadar, insanların Hindistan’da büyük hayvanlarla beslendiğine dair doğrudan bir kanıt yoktu.

Pampore bölgesindeki fil kalıntılarının çoğu, yetişkin bir erkek Palaeoloxodon‘a aitti. Kafatasının iç kısmı, muhtemelen kronik bir sinüs enfeksiyonundan kaynaklanan anormal kemik büyümesi gösteriyordu.

Erken insanların filin leşinden faydalandığı açık olsa da, kemiklere saplanmış mızrak uçları gibi avlanmaya dair doğrudan bir kanıt yoktu. Homininler fili avlamış olabilir ya da doğal nedenlerden öldükten sonra onu bulmuş olabilirlerdi. Kronik sinüs enfeksiyonu nedeniyle zayıf düşen fil, Jhelum Nehri yakınlarındaki yumuşak tortullara saplanmış ve sonunda paleontologlar tarafından burada keşfedilmiş olabilir.

Palaeoloxodon kafatası, Hindistan alt kıtasında bulunan kendi cinsi içindeki en eksiksiz örnek. Araştırmacılar, bu fosilin soyu tükenmiş Palaeoloxodon turkmenicus türüne ait olduğunu belirledi. Bu türe ait fosiller daha önce yalnızca bir kez, 1955 yılında, Türkmenistan’da ortaya çıkarılmıştı. Kısmi bir kafatası parçasından oluşan bu en erken fosil, Palaeoloxodon cinsinin diğer üyelerinden farklı görünse de, aslında ayrı bir tür olup olmadığını kesin olarak belirlemek için yeterli materyal yoktu.

Jukar, “Palaeoloxodon’larla ilgili sorun, dişlerinin türler arasında büyük ölçüde ayırt edilemez olması. Yani izole bir diş bulduğunuzda, hangi Palaeoloxodon türüne ait olduğunu kesin olarak belirleyemezsiniz. Bu yüzden kafataslarına bakmanız gerekir,” diyor.

Neyse ki, Pampore örneğinin dil kemikleri (boğazın arkasında dile bağlanan kemikler) hala sağlamdı. Dil kemikleri kırılgan olmalarına rağmen türler arasında belirgin farklılıklar gösterir ve bu sayede sınıflandırma için önemli bir referans noktası sağlar.

Palaeoloxodon, yaklaşık bir milyon yıl önce Afrika’da ortaya çıktı ve daha sonra Avrasya’ya yayıldı. Bu cinse ait birçok tür, günümüzde yaşayan hiçbir filde görülmeyen sıra dışı büyüklükte bir alın yapısıyla biliniyor. Burun deliklerinin üzerinde belirgin bir çıkıntı oluşturan bu alın yapısı, Palaeoloxodon türlerinin ayırt edici özelliklerinden biri. Ancak Afrika’daki daha erken Palaeoloxodon türlerinde bu çıkıntı bulunmuyor. Öte yandan P. turkmenicus, bu özellik açısından iki uç arasında bir geçiş aşamasında yer alıyor; genişlemiş bir alın yapısına sahip ancak belirgin bir çıkıntı göstermiyor.

Jukar’a göre bu fosil, Palaeoloxodon evriminde bu tür bir ara aşamayı temsil ediyor. Bu örnek, paleontologların cinsin nasıl göç ettiği ve evrimleştiğini anlamalarına yardımcı olabilir.

Homininlerin milyonlarca yıldır et tükettiği düşünüldüğünde, Jukar, kasaplık faaliyetlerine dair çok daha fazla kanıtın keşfedilmeyi beklediğini düşünüyor.

“Yıllar içinde fark ettiğim şey şu: Yeni alanlar bulmak için çok daha fazla çaba harcamak gerekiyor ve aslında her şeyi titizlikle araştırıp toplamak şart,” diyor Jukar. “Eskiden insanlar fosil toplarken, genellikle iyi korunmuş kafatasları ya da uzun kemiklerle ilgileniyordu. İnsanlar tarafından kırılmış ya da yontulmuş olabilecek parçalanmış kemikleri ise toplamıyorlardı. Oysa bu tür buluntular, kasaplık faaliyetlerine dair daha fazla ipucu sağlayabilir.”


Florida Doğa Tarihi Müzesi. 21 Ekim 2024.

Makale: Jukar, A. M., Bhat, G. M., Parfitt, S., Ashton, N., Dickinson, M., Zhang, H., Dar, A.M., Lone, M.S., Thusu, B., Craig, J. (2024).

 

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için