Blog

May12


Roma, Ölümcül Antonine Vebasından Ne Öğrendi?

MS 165 yılında başlayan salgın, COVID-19’dan çok daha ölümcül olmasına karşın imparatorluk bundan kurtulmuştu.

Jules-Elie Delaunay’ın Roma’da MS 165’te yaşanan salgın sırasında kapıdaki ölüm meleğini betimlediği eserinin Levasseur’e ait gravür uygulaması. C: Wikimedia Commons

MS 165 civarında Anadolu kenti Hierapolis’te, insanların ürkütücü semptomlara sahip yeni bir bulaşıcı hastalıktan korunması umuduyla tanrı Apollon Aleksikakos’un (Kötülükleri Defeden) bir heykeli dikildi. Hastalığa yakalananlar ateş, titreme, kusma ve yaklaşık bir haftada kırmızıdan siyaha dönen ishalden yakınıyorlardı. Ayrıca vücutlarının iç ve dışında kabuk bağlayan ve çirkin izler bırakan korkunç görünümlü siyah kabarcıklar beliriyordu.

En kötü durumdakilerde vücut içindeki yara kabuklarını öksürük ya da dışkıyla atmak olağandı.  Kurbanlar, sonunda hastalık gerileyinceye kadar iki hatta üç hafta bu şeklide acı çekiyorlardı. Roma İmparatorluğu’nda yaşayan 75 milyonun belki de yüzde onu iyileşemedi. Dönem yazarlarından biri hastalığın tıpkı bir canavar gibi sadece birkaç kişiye değil, tüm şehirlere saldırarak onları yok ettiğini yazmıştı.

Çiçek hastalığı Roma’yı vurmuştu.

Bulaşıcı hastalık uzun zamandır Romalıların hayatının bir parçasıydı. En zengin Romalılar bile mikrop teorisi, soğutma ya da temiz suyun olmadığı bir dünyanın salgınlarından kaçamazlardı. Sıtma ve bağırsak hastalıkları yayılmıştı. Ancak Romalıların karşı karşıya kaldığı bazı hastalıklar hayret vericiydi – şiddetli ateşler, yok edici hastalıklar ve iyileşmeyi reddeden çürümüş yaralarda yaşayan kurtlar.

(İnsanlık Tarihinin Seyrini Değiştiren 11 Salgın Hastalık)

Tıp doktoru Galenus, bir Romalı seçkinin hizmetçisinin kamu çeşmesinden çektiği suyla birlikte yanlışlıkla sülük yuttuğunu anlatır. Dördüncü yüzyıl imparatoru Iulianus, tüm hayatında sadece bir kez kusmuş olmakla övünmüştür. Eski çağ standartlarında bu bir çeşit mucizeydi.

Ancak çiçek hastalığı farklıydı. Roma’da çiçek salgını öncelikle doğudan gelen korkutucu bir söylenti olarak başladı. Ölüm ve virüsün kendisine dair haberlerin iletildiği konuşmalarla kulaktan kulağa yayılmıştı. Bulaştığı kişilerde yaklaşık iki hafta sonra ilk belirtileri görülen hastalık sinsice yayıldı.

Salgının yayılması ve ardından gerilemesi bir nesil sürdü. Hastalık 189 yılında zirve yaptığında kalabalık Roma kentinde günde 2000 kişinin öldüğü anlatılır. Çiçek hastalığı Roma toplumunun büyük kesimini perişan etmişti. Salgın imparatorluğun ordusunu öyle kırıp geçirmişti ki seferler iptal edilmişti. Aristokrasiyi öyle yerle bir etmişti ki kent meclisi toplanmakta zorlanıyordu. Yerel yönetim görevleri yerine getirilemiyor ve kamu faaliyetleri görevli eksikliğinden dolayı başarısız oluyordu. Köylülere öylesine zarar vermişti ki kırsal bölgelerde terk edilen çiftlikler ve nüfusu azalan kasabalar Mısır’dan Almanya’ya sıralanıyordu.

Psikolojik etkileri daha da derindi. Öğretmen Aelius Aristides, 160’larda salgının ilk yıllarında ölümden dönmüştü. Aristides, tanrıların kendisi yerine seçtiği genç bir erkeğin ölümüyle kurtulduğuna inanmıştı. Hatta genç kurbanın kimliğini bildiğini söylüyordu. Sağ kalma suçluluğunun modern bir olgu olmadığını söylemek gereksiz. İkinci yüzyıl sonlarında Roma İmparatorluğu bu suçluluk hissiyle doluydu.

En önemlisi, salgının yaydığı korkuydu. Çiçek hastalığı kitlelerin korkunç bir şekilde ve dalgalar halinde ölümüne neden oldu. Romalılar arasındaki korku öylesine belirgindi ki bugün, eski imparatorluk bölgelerinde çalışan arkeologlar umutsuzca öldürücü hastalıktan korunmak isteyenlerin dualarını kazıdığı muskalar ve küçük taşlar bulmaya devam ediyorlar.

Çiçek salgını sürerken imparatorluğun direnci şaşırtıcıydı. Romalıların salgına verdikleri ilk tepki tanrılardan yardım dilemek olmuştu. Hierapolis’te olduğu gibi Roma dünyasındaki birçok kent Apollon’a temsilciler göndermiş ve tanrıdan nasıl hayatta kalacaklarını öğrenmek istemişlerdi. Kentlerin temsilcileri gruplar halinde göndermeleri, bireysel korkular arasında toplulukların birlikteliğinin gücüne güvenmelerinin doğrulanmasıydı.

Sagalassos Antik Kenti’nde bulunan Marcus Aurelius heykeli. C: Arkeofili

Topluluklar güçten düşmeye başladıklarındaysa Romalılar onlara destek çıkıyordu. İmparator Marcus Aurelius çok sayıda askerin ölümüne, köle ve gladyatörleri birliklere atayarak karşılık vermişti. Terk edilen çiftlikleri ve nüfusu azalan kentleri imparatorluk dışından çağırdığı göçmenlerle doldurmuştu. Çok sayıda aristokratını kaybeden kentler yerlerini doldurmaya çalışıyorlardı. Hatta meclislerdeki bazı mevkileri özgür bırakılan kölelerin oğullarına veriyorlardı. İmparatorluk, görülmemiş ölçüdeki ölüm ve korkuya rağmen yaşamaya devam etti.

Roma toplumu çiçek hastalığının etkilerinden öyle başarılı şekilde kurtulmuştu ki, 1600 yıldan uzun bir zaman sonra tarihçi Edward Gibbon destansı Roma İmparatorluğunun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi (Decline and Fall of the Roman Empire) eserine Marcus Aurelius dönemindeki salgınla değil, imparatorun ölümünden sonraki olaylarla başlar.

(Venedik’te Kara Ölüm ve Karantinanın Doğuşu)

Gibbon’a göre Marcus’un yönetimi “dünya tarihinde insan ırkının en mutlu ve refah içinde olduğu dönem”di. Antonine Vebası olarak adlandırılacak hastalıkla boğuştukları günlerde bu tarihi yargıyı duysalardı Romalılar çok şaşırırlardı. Ancak bu düşünceyi Gibbon keşfetmedi. Üçüncü yüzyılın başlarında yazan Romalı senatör ve tarihçi Cassius Dio, Marcus yönetiminde “olağanüstü zorluklar içinde” direnen imparatorluğu “altın krallığı” olarak adlandırır.

Cassius Dio korkunç ölümler yaşanırken Roma’da çiçek hastalığının etkilerine tanık olmuştu. Dio salgının dehşetini ve tahribini görmüştü. Ayrıca iyi yönetilen bir toplumun iyileşme ve yeniden yapılanma için birlikte çalışmasıyla böylesi bir salgının yarattığı travmanın da üstesinden gelinebileceğine inanıyordu. Bu çabalarla ortaya çıkan toplum da öncesinden çok daha güçlü olurdu.

Dünyamızın büyük kısmı kolayca yayılan ve ölümcül bir bulaşıcı hastalığın ani, beklenmedik ve sürekli korkusuyla ilk kez COVID-19 ile karşı karşıya geldi. Böylesi bir kriz korkmuş vatandaşların birbirini suçlamasına neden olabilir. Var olan sosyal ve ekonomik ayrımların iyice belirginleşmesine neden olabilir. Hatta toplumları yok edebilir. Ancak böyle olmak zorunda değil.

Antonine Vebası COVID-19’dan çok daha ölümcüldü ve bunu yaşayan toplum hastalarını kurtarma konusunda bizim sahip olduğumuz güce sahip değildi. Buna rağmen Roma ayakta kaldı. Hastalıktan kurtulanlar ise toplum ve yönetimin gücünü kanıtladığı salgın günlerini garip bir özlemle anıyorlardı.

Biz de bu kadar şanslı olalım.

Kaynak:Arkeofili.com

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için